İslam’ın bahadır evladı. Anadolu’nun
kapısını Müslüman Türklere açan ve Müslüman Türklerin öz yurdu haline
gelmesinde baş rolü oynayan cihangir Selçuklu hükümdarı.
20 Ocak 10(29-30 )' da doğdu. Asıl ismi
Muhammed bin Davut Çağrı olup lakabı Alparslan’dır.
Küçük yaşlardan itibaren babası Çağrı Bey’in yanında muharebelere iştirak etti.
Cenk meydanlarında kılıç sallayarak yetişti. Mert ve mahir bir kumandan olarak
tanındı. Bizzat kumanda ettiği orduyla birlikte pek çok savaşlara katıldı ve
zaferler kazandı. Çağrı Bey, henüz sağlığında oğlu Alparslan'ı Horasan tahtına
veliaht tayin etmişti. Çağrı Bey 1060'ta vefat edince de Alparslan Horasan
valisi oldu.
Amcası Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey’in 7 Eylül 1063’te evlat bırakmadan vefat etmesi üzerine
ülkede kargaşalar çıkmaya başlamıştı. Bu kargaşalarla diğer Türk Bey’lerinin de
dağılıp gitmesinden korkuluyordu. Dolayısıyla bu kargaşaların önüne geçebilmek
için büyük çaba harcanıyor, aynı zamanda da Gazneliler ve Bizanslıların yoğun
baskısına göğüs germek durumunda kalınıyordu.
1063’te Tuğrul Bey’in ölümü üzerine
vasiyeti doğrultusunda yeğeni ve üvey oğlu Süleyman, Vezir Amidülmülk Kündüri
tarafından tahta çıkarıldı. Ancak Selçuklu beyleri, Alparslan’dan yana tavır
koyuyorlardı. Bu arada Kutalmış’ın başkent Rey’e hücumu üzerine, Vezir Kündüri,
Horasan Selçuklu Hükümdarı olan Alparslan’ı Rey’e çağırarak, içinde bulunan
durum ve Selçuklu Bey’lerinin de ondan yana tavır koymaları nedeniyle Selçuklu
tahtını Alparslan’a devretti. Daha sonraki muharebede de Alparslan, Kutalmış’ı
mağlup ederek Rey’e girdi ve 27 Nisan 1064’te tahta çıktı. Böylece Alparslan’ın
Sultanlığı ilan edilmiş olunuyordu. Alparslan Kündüri’nin yerine de Nizamül Mülk’ü
vezir tayin etti.
Alparslan ilk icraat olarak,
asayişi temin etti. Devlet teşkilatına ve orduya çeki düzen verdi. Akabinde de
fetih harekâtına başladı. 1064'te bir Hıristiyan krallığı olan Gürcistan'ı
fethetti. Kars'ı, Ani'yi ve Ermeni krallığını hakimiyeti altına aldı. Yine bu
sırada oğlu Melikşah ve Nizamül Mülk komutasındaki kuvvetler de Van ve
çevresini ele geçirdiler (1064).
Devleti için Bizanslıları
devamlı bir tehdit unsuru olarak gören Alparslan, düşman üzerlerine gelmeden
önce düşmanın üzerine gidilmesi yolunu seçti ve namlı kumandanlarını Anadolu'ya
akınlara gönderdi. Bunlardan, Gümüş Tekin, Afşin ve Ahmed Şah Anadolu içlerine
daldılar ve Bizans ordularına karşı birçok zaferler kazandılar.
Selçukluların Anadolu'da üst
üste kazandıkları zaferlerden ürken Bizanslılar, kesin netice almak için büyük
bir ordu hazırlamışlardı. İki yüz elli bin kişilik bu büyük ordunun başına da İmparator Romanos
Diogenes’i geçirdiler. Niyetleri Müslüman Türkleri Anadolu’dan çıkarmak, hatta
bütün Selçuklu topraklarını ele geçirerek bu devleti ortadan kaldırmaktı. Bu
niyetle yola çıkmışlardı ve kendilerinden de son derece eminlerdi. Böyle
kalabalık bir orduya kimsenin karşı koyamayacağını zannediyorlardı.
Alparslan Bizans topraklarında ilerlerken,
keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip nefes nefese Bizans
Ordusu’nun yaklaştığını haber verdi: “ 250
bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor Sultanım!”
Sultan Alparslan gülümseyerek cevap verdi:
“Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz.”
Bu sözler onun kaynağını imanından alan
korkusuzluğunun ve cesaretinin en açık biçimde gözler önüne sergilenmesinden
başka bir şey değildir.
Sultan Alp Arslan, Buharalı
İmam Muhammed Bin Abdülmelik'in tavsiyesi üzerine muharebeyi Cuma gününe denk
getirmişti. 26 Ağustos 1071 Cuma günü bütün İslam beldelerinde ve Malazgirt
ovasında kılınan Cuma namazında halifenin gönderdiği şu hutbe ve dua
okunmuştur:
"Allahım! İslâmın
sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahidlerini
yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alp Arslan'ı düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun
askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak
için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve
dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve
düşmanlarını kahret!"
Malazgirt ovasında kılınan
Cuma namazından sonra bütün erler bir birleriyle helalleşmişti. Alparslan beyaz
bir elbise giymişti.Toplanan askerlerin yanına gelen Alparslan, atından inerek
secdeye varmış ve Âlemlerin Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu:
" Ya Rabbi! Seni
kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda
cihad ediyorum. Ey Allahım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf
varsa beni kahret!"
Alparslan atının kuyruğunu elleriyle
bağlıyıp, üzerine atladıktan sonra,
askerlerine dönerek:
"Ey askerlerim! Eğer
şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok
hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek
biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı
yenersek arzu ettiğimiz netice hasıl olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete
gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe
dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir.Allah'tan başka bir sultan
yoktur; emir ve kader tamamıyla O'nun elindedir,bugün burada ne emreden bir
sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle
birlikte savaşacağım."
Askerler heyecanla, hep bir
ağızdan; "Asla emrinden ayrılmayacağız!" diye haykırmışlardı.
Bu konuşmasından sonra okunu
ve yayını atarak kılıcını sıyıran Alparslan, "Bismillah!" diyerek
en ön safta düşmana doğru atını sürmüştür. Kumandanlarının arkasından şimşek
gibi Bizans ordusu üzerine atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti.
Gün boyu devam eden savaş neticesinde Müslümanlar kesin zaferi kazanmış ve
İslam Ordusu karşısında daha fazla direnemeyeceklerini anlayan Bizans askerleri
kaçmaya başlamışlardı. Büyük kayıp veren İmparator Diogenes aynı zamanda da
esir düşmüştü, ama tüm İslam Tarihinde olduğu gibi ona esir muamelesi
yapılmadı. İmparator, Sultan Alparslan'ın huzuruna getirildi. Muzaffer padişah
esir İmparatorun ellerini çözdürdü ve yanına oturttu. Esir İmparatora
misafiriymiş gibi davranıyordu. Sohbet esnasında İmparator'a sordu:
"Ey Rum Kayzeri, ben
senin eline esir düşmüş olsaydım, bana nasıl muamele ederdin?
Bu sual, Mekke Fethi’nin muzaffer komutanı Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in, mağlup Mekke müşriklerine sorduğu sualin
aynısı…İlhamını nereden aldığı o kadar belli ki, Sultan Alpaslan’ın, Peygamberi ile arasındaki gönül bağına başka
şahit istemez.
Diogenes: "Kamçılattırır,
sonra da Demir kafese koyup dolaştırırdım…”diye cevap verdi.
Alparslan:"Şimdi,benim size nasıl bir
muamelede bulunacağımı tahmin ediyorsunuz?"
"Ya öldüreceksiniz, yahut
da bir harp esiri sıfatıyla bütün Selçuklu ülkesini dolaştıracaksınız. Çok
zayıf bir ihtimale göre de, benden bir kurtuluş akçesi ve rehineler aldıktan
sonra serbest bırakacaksınız."
Alparslan bu cevab karşısında
tebessüm etmiş ve Diogenes'e: "Bilemediniz. Düşündüğünüzün hiçbirisini
yapmayacağım. Sizi karşılık beklemeden serbest bırakacağım" demiştir.
Alparslan, Diogenes'e bir
miktarda altın para verdi ve yanına muhafızlar katarak İstanbul'a kadar
emniyetle gitmesini temin etti. Ancak İstanbul’da
Sultan Alparslan’ın yaptığı gibi iyi
bir muameleyle karşılama yapılmadı. Bu
mağlubiyetin sorumlusu olarak görülen Diegones İmparatorluktan indirilerek gözlerine mil çekildi ve zindana atıldı.
Malazgirt zaferi üzerine
Anadolunun kapısı Müslümanlara açılmıştı. Bu cennet belde kısa zamanda tevhid
ehli ile dolacak, tekbirlerle nurlanacaktı.
Bu savaş kaybedilseydi, Osmanlı
Devleti’ni kuran Kayıhan
Aşireti Anadolu’ya gelemeyecek, dolayısıyla Osmanlı Devleti dediğimiz müthiş manzume, o sürecin içinde
kurulamayacaktı… Şu halde Sultan
Alparslan, Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini Anadolu’ya eken insandır. Bu
yönüyle de hatırlanmalı, anılmalı ve selâmlanmalıdır.
Malazgirt Zaferi’nden bir sene kadar sonra
Alparslan 1072'de Mâverâünnehir civarında Amuderya
Nehri üzerinde bulunan Hana Kalesi’ni
kuşattı. Kale Komutanı Yusuf el-Harizmi,
kalenin fazla dayanamayacağını anladığından teslim olacağını bildirdi.
Yusuf’u alıp, Alparslan’ın huzuruna
çıkardılar. Hain, kolunun yenine sakladığı hançeri çekti ve Sultan’ın göğsüne
sapladı. Sultan Alparslan
yaralanmıştı. Yaralı yatarken çevresine dedi ki:
“Her
ne zaman düşman üzerine gitsem, Allah’a sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün
bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden,
bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. ‘Ben dünyanın hükümdarıyım,
kimse beni yenemez’ diye düşündüm. Şu halim, işte bunun neticesidir. Cenâb-ı
Hak beni âciz bir kulunun eliyle cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve
daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’dan af diliyor,
tövbe ediyorum.”
Sultan
Alpaslan işte bu yüzden büyüktür! Onu
büyük zaferler kazanan bir hükümdar olduğu için değil, bugün bize “insanlık dersi” vermeye kalkışan
Avrupa ile birlikte tüm insanlığa, tarih içinden “insanlık dersi” veren örnek bir “insan” olduğu için tanımalı ve yeni nesillere de tanıtmalı ve
anlatmalıyız. Çünkü o yeni nesillerin ihtiyacı olan örnek insanlardan biridir.
Alparslan aldığı bu hançer yarasından
kurtulamadı ve dört gün sonra 25 Ekim 1072'de 42 yaşında şehid olarak baki
âleme göçtü. Cenazesi Merv şehrine götürülerek babası Çağrı Bey’in yanına
defnedildi. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan
Alparslan artık yeni bir sefere çıkacaktır. Ama bu seferde ordusu
onu yalnız bırakacak ve bu seferde ordusu yaptığı iyilikleri, namazı ve
ibadetleri olacaktır. Allah ona cennet nasip etsin, İnşallah…..
Mahir bir kumandan ve müdebbir
bir idareci olan Alparslan İslâmiyet’i harfiyen yaşamaya gayret etmiş ve Rabbi
yakarışında yüzünü toprağa sürecek kadar kullukta kaybolmuştu.İslamiyet’in
kazandırdığı güzel ahlakla milletine örnek olmuştur. Düşmanlarını bile
affetmesiyle, üstün ahlakını göstermiştir.
“Bizler
temiz Müslümanlarız. Bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala,
milletimizi aziz kıldı.” diyen Alparslan’ın Türbesinde
şu kitabe vardır: “Alparslan'ın göklere
yükselen azametini görenler, bakınız! Şimdi o şu kara toprağın altındadır.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder