Kudüs : Tüm
semavi dinlerin buluşma noktası , Peygamberler diyarı , Müslümanların ilk
kıblesinin bulunduğu mukaddes belde , Beyt-ül
Maktis’e hizmetkar olarak adanan , iffet abidesi Hz. Meryem’in dünyaya
getirdiği Hz. İsa’nın mücadele verdiği ve acımasızca katledildiği kutsal
topraklar . Hz. Davut ve Süleyman’ın hüküm sürdüğü huzur ve barış şehri . Hz. İbrahim`in, Hz. İshak`ın, Hz. Yakub`un , Hz. Zekerya’nın ve daha birçok peygamberinin
ayak izini taşıyan mübarek Filistin coğrafyasının
atan kalbi ve Osmanlı imparatorluğunun
yüzyıllar boyu adaletle yönettiği bir İslam beldesidir Kudüs. Şimdilerde ise
Siyonist işgalcilerin zulmü altında inleyen ve bağımsızlık mücadelesinin
yanında yaşama mücadelesi veren İslam dünyasının içinde bulunduğu derin uykudan
bir an önce uyanmasını bekleyen mazlum insanların yaşadığı topraklar.
Kudüs’e
kutsallık veren yapılar Harem-i Şerif içinde yer almaktadır. Kentten duvarlarla
ayrılan Harem-i Şerif içinde ünlü Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s Sahra bulunmaktadır.
Mescid-i Aksa uzun süre Müslümanların kıblesi olan Hz. Süleyman tarafından
yapılmış Beyt-ül Masktis’in ( Beyt-ül
Mukaddes- Mukaddes Ev ) yerinde
yükselmektedir. Hz. Peygamberin miracı sırasında uğrak yeri olan bu mukaddes
evin hemen yanında bazı kutsal emanetlerinde sergilendiği Kubbetu’s Sahra diğer
adıyla Hz. Ömer Camisi bulunmaktadır. Kubbetus Sahra’nın Hz. Ömer Camii olarak
adlandırılması doğru değildir. Hz. Ömer Cami yazımızın sonraki kısmında da
değinildiği gibi Kıyam kilisesinin 10 metre kadar güneyinde bulunmaktadır.
Kubbetüs Sahra Emevi halifelerinden Abdülmelik Bin Mervan tarafından 691
yılında yaptırılmıştır.
Gerçek Mescid-i Aksa
Mescid-i Aksa
Mescid-i Aksa olarak bilinen Kubbetüs Sahra
Kubbetüs Sahra
Mescid-i Aksa ve Kubbetüs Sahra
Kubbetu’s-Sahra, Resulullah (s.a.s.)’ın miraca çıkarken
bastığına inanılan kayanın üzerine inşa edilmiştir. Bu kayaya Muallakta Taşı’da
denmesinin sebebi peygamberimizin Mirac’a yükselirken o taşında da beraberinde yükselmeye
başladığı ve peygamberimizin taşın yükselmesini ayağı ile basıp durdurduğu bu
nedenle de taşın bir kenarında, peygamberimizin ayak izinin olduğunun
söylenmesindendir. Zaten sahra kelimesi de kaya anlamına gelir ve
Kubbetu’s-Sahra isimlendirmesi bu kayaya binaen verilmiştir. Malesef Türkiye’de
hala birçokları tarafından Mescidi Aksa olarak bilinen mabed işte bu mabeddir. Bunun
da nedeni ne zaman Mescid-i Aksa hakkında yerli veya
yabancı basında bir haber yer alsa,
ekranda hemen altın gibi parlayan kubbesiyle Kubbetu’s Sahra’nın resmi belirir. Bu bir gün Mescid-i Aksa’yı
yıkarak yerine kutsal saydıkları kendi mabetlerini inşa etmek isteyen İsrail’in
oyunundan başka bir şey değildir. Zaten arkeolojik kazı adı altında Mescid-i
Aksa’nın altının oyulması işlemleri devam etmektedir. Yıllardır Kubbetu’s
Sahra’nın resimlerini bedava tüm İslam ülkelerine dağıtarak Müslümanları
yanıltıp bilinçsiz bir ümmet oluşturmayı başaran İsrail, bir çok Müslümana
Mescid-i Aksa’nın resmini sanarak Kubbetu’s Sahra’nın resimlerini evlerinin,
işyerlerinin duvarlarına astırmayı başarmıştır . Bugün yaşayan Müslümanların
bilinçsizlikleri bu kadar ortada iken bu Müslümanlardan doğacak yeni nesiller de
İsrail ,gerçek Mescid-i Aksa’yı sözde bir kaza sonucu yıktığında duyarsız kalacaktır. Gerçekte Mescidi Aksa, Kubbetu’s-Sahra’nın
kıble tarafında bulunan daha büyük ve geniş bir mabeddir. Mescid-i Aksa’nın
doğusunda kalan duvarın bir bölümünden oluşan ağlama duvarı da Yahudilerin en
kutsal mekanıdır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği sanılan yer ile Hz. Meryem’in
mezarının bulunduğu yere yapılan kiliselerde Kudüs’ü Hıristiyanlar açısından da
kutsallaştırmakta ve bir ziyaret merkezi durumuna getirmektedir.
Kudüs
Sancaktır adlı yazısında Mustafa İslamoğlu şöyle der : “ Müslümanların
yeryüzünde egemen güç olup olmadığının en belirgin göstergesidir Kudüs. Kudüs`e
bakın, eğer esirse, bilin ki Müslümanlar o günün dünyasında esirdirler. Eğer
Kudüs özgürse, o zaman Müslümanların da özgür olduğuna karar verebilirsiniz.”
Bu gün Kudüs özgür müdür yoksa esir mi ? sorusunun cevabını sizlere
bırakıyorum.
Tarihi
kayıtlara göre Kudüs Kenanilerin bir kolu olan Yebusiler tarafından kuruldu. Bu
kayıtlardan Kudüs’ün kuruluşunun M.Ö 4000 yıllarına kadar uzandığı
anlaşılmaktadır. Coğrafi konumu nedeniyle bir çok kez saldırıya ve işgale maruz
kalmıştır.
Hicretin 17. yılında Halife
Hz Ömer’in ordusu Yermük savaşında Kudus’ü fethettiğinde o günkü Kudüs’ün
Hıristiyan Valisi Patrik Sophronius “ Ben Kudüs’ü ancak liderinize teslim
ederim” der ve Hazreti Ömer’in gelmesini bekler. Hazreti Ömer bu istek üzerine
Kudüs’e gelir ve Halil kapısından girerek Kudüs’ü teslim alır. Bundan sonraki
bütün fatihler Kudüs’e Hazreti Ömer’in sünnetine uyarak Halil kapısından
girmişlerdir. (Selahaddini Eyyubi, Yavuz Sultan Selim ) Hazreti Ömer şehri
teslim aldıktan sonra Süleyman Mabedi’nin kalıntılarının olduğu yere gelir ve
bugünkü mihrabın olduğu yerin sağ tarafını temizleyerek buraya bir mescit yaptırır.
Müslümanlar tarafından burada yapılan bu ilk mescitten eser kalmamıştır. Bu ilk
mescit küçük olduğundan Müslümanlar daha sonra bugünkü ihtişamlı Mescit’i
yaparlar. Müslümanlar bundan dolayı zaman zaman buraya Hazreti Ömer mescidi de
derler. Ancak gerçek Hazreti Ömer camii Kıyam Kilisesinin 10 metre güneyinde
bulunmaktadır.
Hz. Ömer Camii
Hz. Ömer Camii girişinde ki kitabe
Kudüs`ün
anahtarları, Patrik Sophronios (Soferonius) tarafından Hz. Ömer`e teslim edilirken
bir devir-teslim belgesi hazırlanır. Hz. Ömer`in hilafet mührüyle tasdik ettiği
bu belgede komutan sahabilerden Halid b. Velid, Amr b. As, Ebu Ubeyde
b. El-Cerrah`ın imzaları da şahit olarak yer alır. Bu belgede yazılı şartların
başında şehrin oralı olmayan Yahudilerin yerleşimine açılmama şartı da vardır.
Hazreti Ömer
Camii’ni giriş kapısı kenarında asılı olan bu Akidname’de şunlar yazmaktadır. “Allah'ın kulu ve müminlerin emiri Ömer
tarafından İlya (Kudüs) halkına verilen emannamedir. Emir'ül Müminin, hasta
olsun, sıhhatte bulunsun bütün halkın mal ve canlarının korunacağını garanti
eder. Aynı zamanda ibadet yerlerine, haçlarına ve dinlerine dokunulmayacağını
temin eder. Halkın kiliseleri tahrip edilemeyeceği gibi mesken haline de
getirilemeyecektir. Eskiden sahip oldukları haklar aynen muhafaza edilecektir.
Ne malik oldukları şeylere bir halel gelecek ve ne de mezhepleri hususunda
onlara bir baskı yapılacaktır. İçlerinden hiçbir kimse hiçbir şekilde zarar
görmeyecektir... Allah, Peygamberi, sahabileri ve müminler bu anlaşmaya şahitlik
ederler. İmza Ömer b. Hattab.”
Halife Hz.
Ömer komutasında ki İslam ordularının
kutsal topraklara girmeleriyle Kudüs topraklarına barış , adalet ve huzur
gelmiştir.Müslümanların adaleti, şefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki
insanların Müslüman olmasında çok önemli bir etken olmuştur. Gerçekten de
zulmün hakimiyeti bir anlık iken adaletin ki kıyamete kadar devam eder. Hz.
Ömer’in Fethinden sonra Müslümanlar , Hıristiyanlar ve Museviler asırlar
boyunca barış ve huzur içinde yaşadılar.
Ancak
11. yüzyılın sonunda bölgeye dışarıdan gelen bir güç Kudüs’ün medeni
topraklarını görülmemiş bir barbarlık ve vahşetle yağmaladı. Bu barbarlar
HAÇLILAR’dı.
Papa II. Urban’ın 25 Kasım 1095
günü Klermont konseyinde yaptığı çağrıda
kutsal toprakların Müslümanlardan kurtarılması ve asıl olarakta doğunun
efsanevi zenginliğini elde etmek amacıyla 100.000 kişiden fazla bir
orduyla Avrupa’nın bir çok bölgesinden
yola çıktılar. Yol üzerindeki bir çok Müslümanı katlederek yaptıkları zor ve
uzun bir yolculuktan sonra 1099 yılında Kudüs’e vardılar. Yaklaşık 5 hafta
süren uzun bir kuşatmadan sonra şehir düştü ve Haçlılar şehre girmeyi başardı. Dünya tarihinde eşine
az rastlanır bir vahşetle şehirdeki tüm Müslüman ve Yahudileri kılıştan
geçirdiler. Bulabildikleri tüm Arap ve Türkleri kadın erkek demeden
öldürdüler. Haçlılardan biri Raymınt of
Auigites bu vahşeti övünerek şöyle anlatmaktadır. “ Görülmeye değer harika sahneler
gerçekleşti. Adamlarımızın bazıları –ki bunlar en merhametlileriydi-
düşmanların kafalarını kesiyorlardı. Diğerleri onları oklarla vurup düşürdüler, bazıları ise onları canlı
canlı ateşe atarak daha uzun sürede öldürüp işkence yaptılar. Şehrin sokakları
, kesilmiş kafalar , eller ve ayaklarla doluydu, öyle ki yolda bunlara takılıp
düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Bütün bunlar Süleyman Tapınağı’nda
yapılanların yanında hafif kalıyordu. Orada ne mi oldu ? Eğer size gerçekleri
söylersem , bana inanmakta zorluk çekebilirsiniz. En azından şunu söyleyeyim ki
, Süleyman tapınağı’nda akan kanların yüksekliği,adamlarımızın dizlerinin
boyunu aşıyordu. “ Haçlı ordusu 2 gün
içerisinde yukarda anlatılan yöntemlerde tam 40.000 Müslümanı acımasızca
kılıçtan geçirdi. Bir çok yerde ölülerden oluşan piramitler yakılıyor ve
şehirde oluk oluk kan akıyordu.Böylece bu kıyımda tarihte eşine ender rastlanan vahşetler sıralamasında
layık olduğu üst sıralarda ki yerini almış oldu. Filistin’in Hz. Ömer ile
başlayan barış ve huzuru bu korkunç katliamla
son buluyordu . Haçlılar tüm ahlaki değerlerini çiğnedikleri dinleri Hıristiyanlık
adına bu günde Irak’ta ve diğer İslam beldelerinde olduğu gibi normal insanların aklına gelmeyecek
yöntemlerle Kudüs’te resmen terör uyguladılar. İşte böyle bir ortamda Bağdat
yakınlarında , ilerde İslam tarihinin önemli kumandanlarından birisi olacak bir
çocuk dünyaya gözlerini açıyordu. ( 1137 ) Bu zulüm ve esaret doğan bu çocuğun yani SELAHADDİN
EYYUBİ’nin 2 Ekim 1187 yılına Kudüs’ü
haçlılardan almasıyla son buldu . Kudüs’ün fethiyle kentte 88 yıl süren Hıristiyan
egemenliğine de böylece son verilmiş oluyordu.
Selahaddin Eyyubi :
Bağdat’la Musul arasında bulunan
Tekrit kalesinde 1137 yılında dünyaya gelen Selahaddin Eyyubi çocukluk ve
gençlik yıllarını Bağdat, Şam ve Mısır’da geçirdi. İyi bir din eğitimi aldı.
Askeri yaşamı İmadeddin Zengi’nin oğlu Musul Atabeyi Nureddin Mahmud ‘un komutanlarından,
amcası Asadeddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. 1169'da Mahmud Zengi,
büyük bir orduyla Kahire'yi fethedip, idâreyi de vezir tâyin ettiği Şirkuh'a
bırakır. Ancak amcası Şirkuh çok yaşayamaz ve 26 Mart 1169'da ittifakla onun yerini alan Selâhaddin
Eyyûbî aynı zamanda Nureddin Zengi'nin ordu komutanı da olacaktır. İşte bu
tarihten sonra Selâhaddin, kendisinden tarihin beklediği esas rolleri îfâ
etmeye başlayacaktır. Eylül 1171'de Nureddin Zengi'nin emriyle, Mısır'da Fâtimî
hâkimiyetini ve hilâfetini nihayete erdirecek ve İslâm Dünyası'nı bölen Şiî tehlikesini
bertaraf edecektir.15 Mayıs 1174'te Nureddin Zengi’nin ölümüyle, devlette
saltanat kavgası baş göstermiş; Emirler, Haçlılarla mücadele edecekleri yerde
birbirlerine düşmüştü. Selâhaddin, Şam'dan gelen dâvet üzerine Ekim 1174'te
Mısır'dan ayrılır. Muhaliflerini saf dışı ettikten sonra 6 Mayıs 1175'te
istiklâlini ilan etmesiyle birlikte adına hutbe okutup para bastırır.
Böylelikle, kendisinin ve kurucusu olduğu Eyyûbî Devleti'nin siyasî geleceği
yeni bir dönüm noktasına girer. 1186 yılı Mart ayına kadar Halep ve Musul
Atabeyliklerine hükümranlığını kabul ettirmesiyle Trablusgarp'tan Hemedan'a ( İran’ın ortalarında yer alan bir il )kadar
olan İslâm toprakları Selâhaddin'in hâkimiyetine geçer. Nureddin Zengî'nin
ölümüyle parçalanan İslâm birliği böylece daha da kuvvetlenmiş olarak yeniden
sağlanmıştır. Artık şartların olgunlaşmasıyla, Kudüs'ün fethi için de yavaş
yavaş kapı aralanacaktır.
Onun ünü sadece İslam
Dünyasında değil Hıristiyan krallıklarda dahi duyulmaya başlanmıştı. Haçlılar
baştan gücünü önemsemedikleri Selahaddin’in kutsal Kudüs topraklarını ele
geçirme planları yaptığı öğrendiklerinde artık çok geçti. Selâhaddin Eyyûbî, aradan
88 yıl geçmesine rağmen, Kudüs'ün Haçlıların tahakkümü altında bulunmasını bir
türlü içine sindirememişti. İslâm'ın ilk kıblesi ve Kâinatın Efendisi Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldiği mukaddes beldenin, Haçlı sultasında
bulunmasını bir türlü kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selâhaddin'in âdetâ
bir mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi, zevk-ü sefâyı
kendine haram ettiği ve Kudüs'ün fethine dek hep çadırda kaldığını tarih hazin
bir biçimde kaydetmiştir. Bahaüddin b. Şeddad, Selâhaddin'deki bu derin hicranı
şu muhteşem sözlerle nakleder: "O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki,
onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi
şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları, Kudüs'ü
kurtarmak için cihâda davet ediyordu. Dâimâ hüzünle gözyaşı döküyor, göz
pınarları hiç kurumuyordu. O şöyle
diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgâlinde olduğu müddetçe,
ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek
yiyebilirim ve hele gözüme nasıl uyku girebilir?"
Her ne
pahasına olursa olsun İslam ilk kıblesi olan bu toprakları haçlılardan almanın
güçlü bir orduyla gerçekleşeceğini bilen Selahaddin güçlü bir ordu kurmak için
hazırlıklara başlamıştı.
Selâhaddin, Kudüs Haçlı
Krallığı'na ilk büyük seferini 14 Kasım-9 Aralık 1177'de gerçekleştirmiş ve yaklaşık
10 yıldır hasretle beklediği zafer anını, nihâyet 1187'de Hıttin'de yakalamıştır.
Ortaya koyduğu muazzam inanç, cesâret ve kahramanlıkla Haçlılara hâdlerini
bildirmişti. Hıttin'de Haçlılar, Doğu'ya saldırdıklarından beri ilk defâ bu
denli ağır bir hezîmete mâruz kalmışlardı. Öyle ki, tarihçiler Papa III.
Urbanus’un bu savaş sonunda kahrından
öldüğünü aktarmaktadır. Sultan Selâhaddin, devletini kısa sürede bölgenin tek
hâkim kuvveti durumuna getirmişti. Sultan'ın yanında harplere katılan ve
olayları yazıya döken İmâdeddin, Hıttin'in İslâm Tarihi'ndeki önemini şöyle
belirtmiştir: "Haçlılar, Doğu sâhillerine geldiklerinden beridir
Müslümanlar, böyle bir zafer kazanmamışlardı. Diğer hükümdarların yapamadığını
Allah, Sultan'a nasip etti. Selahaddin Eyyubi hiç kan dökmeden 2 Ekim 1187 günü ordusuyla birlikte Kudüs’e
girdi. O gün aynı zamanda Hz. Muhammed’in Mekke’den Kudüs’e mucizevi bir şekilde götürüldüğü Miraç Gecesinin de yıl dönümüydü.
Şehirde ki Hıristiyanlar
1099 yılında haçlıların yaptıkları gibi Selahaddin’in de topluca kendilerini katledeceğinden
korkuyorlardı.Ama öyle olmadı.Tek bir Hıristiyan bile öldürülmedi. Hatta
Franklar hariç doğu ve grek Hıristiyanlarının şehre yerleşmelerine ve
ibadetlerine izin verildi. Ancak Kudüs ait olduğu yere yani İslam’a döndürüldü.
İlk iş olarak Kubbetü’s Sahra üzerine oturtulan büyük haç yerinden indirildi ve
88 yıl aradan sonra şehirde ilk defa ezan okundu. Kudüs bu tarihten sonra 8
asır daha Müslümanların egemenliğinde kalacaktı . Fethin ardından Mescid-i
Aksa'ya gelen muzaffer Sultan, Haçlılarca tahrip edilen ilk kıblegâhı elleriyle
süpürüp gül yağı ile yıkamıştır. Kudüs’e
giren İslam ordusu insanlara ve binalara zarar vermemeye çalıştı . Selahaddin ,
Hz. Ömer’in Kudüs’e girişi gibi şehre girmek istiyordu. Kudüs halkına elçiler göndererek şu çağrıda
bulundu . “ Sizin inandığınız gibi bende tam bir imanla Kudüs’ün Allah’ın evi
olduğuna inanıyorum. Allah’ın evine saldırıda bulunarak insanlara ve şehre
zarar vermek amacında değilim .” Haçlı
işgali altında ki Mescid-i Aksa’da ilk Cuma namazının kılma heyecanını yaşayan
Selahaddin Eyyubi’ye ve İslam ordusuna hutbeyi kadı Muhyiddin bin Zekiyeddin
okudu. Er Ravzateyn adlı kitapta bu
hutbe şöyle aktarılır.
"
Ey insanlar , sizi en son amaç ve en yüce
derece olan Allah’ın rızasıyla müjdeliyorum. Yüzyıla yakın bir süredir işgal altında
bulunan bu yitik Kudüs’ü tekrar asli vatanı olan İslam’a kavuşturmayı Allah
sizin elinizle gerçekleştirdi. Burasının temellerini tevhitle yükseltdi , çünkü
tevhit üzerine kurulmuştu. Burası Hz. İbrahim’in vatanıdır, Hz. Muhammed
Aleyhisselam’ın Mirac’ıdır. Burası Allah’ın apaçık kitabında apaçık andığı
kutsal mekandır. Burası Allah’ın kulu , Rasulü ve kelimesi olan , Meryem’e ilka
ettiği zatın risaletiyle onurlandırdığı , peygamberlikle nimetlendirdiği İsa Aleyhisselam’ın şehridir. Allah size
nebiniz vasıtasıyla en güzel mükafatı versin
. Onun için akıttığınız kanları kendisine yakınlık için kabul buyursun.
mutluluk yurdu Cenneti sizlere yurt kılsın. “
Kudüs'ün yeniden
Müslümanlara geçmesi, Haçlı Alemi'nde öyle bir şok meydana getirmişti ki, hemen
Papa'nın çağrısıyla tüm Avrupalı Devletler, fevkalâde kalabalık ve kuvvetli
yeni bir haçlı ordusu düzenlemekten geri kalmamışlardı. "Krallar
Savaşı" olarak da bilinen III. Haçlı Seferinin başında, Alman İmparatoru
Frederick Barbarossa, Fransa Kralı Philippe Auguste ve İngiltere Kralı meşhur
Arslan Yürekli Richard'ın yanı sıra, şöhretli komutanlar vardı. Bunlardan Alman
İmparatoru Barbarossa, Kudüs önlerine gelmeye muvaffak olamadan Silifke
Irmağında boğularak can verecekti. Bir ara iki ordu arasındaki dengesizliği
gören Sultan Selâhaddin'in askerleri, çekingenlik göstermişlerdi. Selâhaddin ise,
şu müthiş sözlerle azim ve cesâretlerini bilemeye kâdir olmuştu: "Mâdem ki
ölümden korkuyoruz; niçin evlerimizde oturup çoluk çocuğumuzla zevk ve sefâ
içinde yaşamıyoruz? Bizim vazifemiz düşmanın azlığını ve çokluğunu mukâyese
etmek değil, onun karşısına çıkmaktır!" Haçlı askerleri 1189 yılında Akka’ya hareket
ettiler. Selahaddin çadırını Akka tepesine kurdurmuştu. Kudüs’ün bir an önce
düşmesi arzusu içinde olan Hıristiyan Krallıklar sürekli olarak haçlı ordusuna asker
, yiyecek ve mühimmat desteğinde bulunurlar. Akka’ya giren haçlı ordusu
önlerine gelen Müslümanları katletmeye başladılar, haçlı ordusu yavaş yavaş
Kudüs’e yaklaşıyordu. Ama karşılarında az sayıda da olsa Selahaddin’in imanlı
askerleri vardı.Allah nice imanlı azınlıkları ,sayıca kat kat fazla olan şöhret
düşkünü çoğunluklara karşı galip kılmıştı.
Netîcede direnen İslam
ordusu karşısında zafer elde edemeyen Haçlı ordusu Richard'ın öncülüğünde sulh
istemek ve 1 Eylül 1192'de imzalanan anlaşmaya müteakip geri çekilmek zorunda
kalmıştır. Bu antlaşmaya göre haçlılalar
hiç bir vergi ödemeden Kudüs
topraklarını ziyaret edebileceklerdi. Antlaşma 3 yıl 8 aylık bir süre için
geçerli olacak haçlılarsa Sudan , Hayfa’ya uzanan Sahil şeridine
çekilecekti. Böylece Selâhaddin, tüm Hıristiyan dünyasının desteğini alan Haçlıları
sayıca az olan İslam ordusuyla perişan
edip muhteşem bir ders daha vermeye ve hüsranla geri dönmeye mahkûm etmişti.
Selâhaddin şahsında, Müslümanların üstünlüğünü Haçlılara bir defa daha tasdik
ettirmiş; Kudüs ve Ortadoğu'daki İslâm varlığını ortadan kaldırmanın mümkün
olmadığını tekrar ispatlamıştı.
Selâhaddin Eyyûbî, 1193'te 56 yaşında Şam'da vefat etti. Haçlıları târumar eden Kudüs Fâtihi, ölüm döşeğindeyken, emri gereğince şehre dağılan münâdiler, mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: "Ey ahâli!.. Şarkın hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse, Allah'a kullukta gevşeklik göstermeyin!.." Şöhreti cihâna mâl olan İslâm Mücâhidi vefat ettiğinde, geride mîras olarak bıraktıklarının dünya nâmına hiçbir değeri yoktu. Tüm mal varlığı şundan ibâretti: 1 Mısır dinarı, 36 veya 37 Nasırî dirhemi. Koca Sultan İslam kurallarına bağlı, takva içinde kâmil bir hayat sürmüştü.
“ Bir tek namazımı bile cemaatsiz
kılmadım.” diyen Sultan, dini inançlarına bağlıydı. Hac yapmayı çok arzu
etmesine rağmen at üzerinde cihat meydanlarında geçen bir ömür nedeniyle bu
vazifesini yerine getirememiş ve bunun üzüntüsünü de hep hissetmişti. Kur’an
dinlemeyi çok sever, okunurken de göz yaşlarına hakim olamaz , hep ağlardı.
Selâhaddin, fetihlerden sonra gösterdiği müsâmaha, merhamet ve insanlıkla, Haçlıları, işledikleri vahşetten ötürü utandırmıştır. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmişti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamış; 7 bin zavallıyı toptan 30 bin dinarla âzat etmeye râzı olmuştu. Ayrıca, 2-3 bin kişiyi hiçbir bedel talep etmeden bırakmaktan da kaçınmamıştı. Selâhaddin Eyyûbî'nin sergilediği muhteşem insanlık manzaraları, hasımları ve Avrupalı tarihçiler tarafından bile takdirle karşılanmıştı. Yerli Hıristiyanlar ve Mûsevîler onun idâresini, Frenklerinkine tercih etmişlerdi. Bütün bunlarla, sâdece İslâm Dünyası'nda değil; Batı Alemi'nde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin doğmasına , 13. ve 14. Yüzyıllarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazılmasına neden olmuştu. Başta Erakles olmak üzere, fazla sayıda tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almışlardı.
Selâhaddin, fetihlerden sonra gösterdiği müsâmaha, merhamet ve insanlıkla, Haçlıları, işledikleri vahşetten ötürü utandırmıştır. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmişti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamış; 7 bin zavallıyı toptan 30 bin dinarla âzat etmeye râzı olmuştu. Ayrıca, 2-3 bin kişiyi hiçbir bedel talep etmeden bırakmaktan da kaçınmamıştı. Selâhaddin Eyyûbî'nin sergilediği muhteşem insanlık manzaraları, hasımları ve Avrupalı tarihçiler tarafından bile takdirle karşılanmıştı. Yerli Hıristiyanlar ve Mûsevîler onun idâresini, Frenklerinkine tercih etmişlerdi. Bütün bunlarla, sâdece İslâm Dünyası'nda değil; Batı Alemi'nde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin doğmasına , 13. ve 14. Yüzyıllarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazılmasına neden olmuştu. Başta Erakles olmak üzere, fazla sayıda tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almışlardı.
Selâhaddin-i Eyyûbî, Batılıların hâfızasında engin bir hayranlığa değecek kadar yer etmesine karşılık, şuur altında derin bir kâbus uyandıracak kadar unutulmaz bir tesir de bırakmıştır. Meselâ, Fransız Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savaşı'nı müteakip Şam'a girmiş ve Sultan Selâhaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçlı ruhuna tercüman olan şu müstehzî sözle seslenerek; Batılılar adına sanki Hıttin'in öcünü almak ve kabaran öfkeyi boşaltmak istemişti: "Ey Selâhaddin! Haçlı Seferi şimdi bitti! İşte biz döndük!.."
Bu sözler tam 8 asırdır kin ve
nefretten beslenen intikam duygularının dışa vurulması ve 8 asır önceki barbar
haçlı zihniyetinin de günümüzde hala yaşadığının en açık göstergesidir.
Kudüs 1291’de Memlüklerin
hakimiyetine geçti ve bu hakimiyet 1517’de Filistin Yavuz Sultan Selim
tarafından Osmanlı topraklarına katılıncaya kadar devam etti. Osmanlı
hakimiyeti 1918’e kadar sürdü. Haçlı seferlerinden sonra gerçekleştirilen II.
büyük işgal 1918’de İngilizlerin Filistin topraklarını işgal etmeleri ile
başladı. İngilizlerin bu toprakları işgalde ki asıl maksadı bölgede Yahudilerin
bir devlet kurmalarına imkan sağlamaktı. Nitekim dönemin İngiliz dışişleri
bakanı Aurtur Berfur tarafından 1917’de yayınlanan ve Berfur deklarasyonu
olarak tarihe geçen belgede bu husus dile getirilmiştir. Söz konusu
deklarasyonda şöyle deniliyordu : “
Haşmetli İngiliz Kraliyet Hükümeti , Filistin’de Yahudi halkı için milli
bir devlet kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Bu gayeye ulaşmayı
kolaylaştırmak için en değerli
mesailerini harcayacaktır…..”
1948’de Siyonist İsrail
devletinin kurulması ile birlikte Kudüs’ün batı kısmının yönetimi bu işgal
gücünün eline geçti. Bu işgal Siyonistlerin askeri başarılarıyla filan değil
bazı çevrelerin ihanetleri ve Birleşmiş Milletlerin bir takım siyasi oyunları
ile gerçekleşmiştir. Müslümanlar Birleşmiş milletlerin Kudüs’le ilgili kararını
kabul etmediler. İngiliz işgal güçlerinin çekilmesinden sonra Müslümanlar ile
Yahudiler arasında fili çatışmalar başladı. Siyonistler çatışmalarda Kudüs’ü
ilk hedef olarak seçtiler. Kudüs ve çevresindeki sivil Müslüman halkın gözünü
korkutmak ve onları göçe zorlamak
maksadı ile korkunç katliamlar
gerçekleştiriyorlardı. Siyonist işgalciler Birleşmiş Milletler oyunları ile
Batı Kudüs’ü hakimiyetlerine almalarından sonra şehrin bu kemsinde yoğun bir
Yahudileştirme politikası uyguladılar. Bu amaç doğrultusunda ilk iş olarak
burada yaşayan Arap nüfusu göçe zorlamak amacıyla çeşitli uygulamalara
başladılar. Bu uygulamalardan etkilenenler sadece Müslümanlar değildi,
Hıristiyan asıllı Araplarda bu uygulamalardan nasiplerini aldılar.
1967 haziran savaşına kadar
Doğu Kudüs Ürdün’ün denetimindeydi. İsrail işgal yönetimi altı gün savaşı
olarak da anılan 1967 haziran savaşında Arap yönetimlerinin ihanetleri
sayesinde Doğu Kudüs’ü de işgal etmeyi başarmışlardı. Ve böylece şehrin her iki
yakasını da işgal etme düşüncelerini gerçekleştirmiş oldular. Aslında 5 Haziran
1967’de işgal devletinin Mısır’a karşı gerçekleştirdiği saldırıda diğer Arap
devletleri de İsrail’ e karşı saldırıya
geçmiş olsaydı İsrail’in kıpırdayacak hali kalmayacaktı. Ancak olayların bu
şekilde gerçekleşmemesi neticesinde işgal devleti önce Mısır’a saldırarak Gazze
bölgesini ve Sina Yarımadasını işgal etti. Daha sonra Ürdün ve Suriye tarafına
yönelerek Batı yaka , Doğu Kudüs ve Golan Tepelerini işgal etti. Bu yerlerin
savunulmasında ciddi bir direniş gösterilmediği ve Siyonist işgalcilerin çok
rahat hareket etme imkanı buldukları 1967 Haziran savaşlarına şahit olanların
hatıratlarında yer almaktadır. Bütün bu tarihi gerçekler ortaya koyuyor ki
Kudüs gerçekte Siyonistler tarafından işgal edilmemiş Müslümanların başına
musallat edilen uzaktan kumandalı yönetimler tarafından işgal devletine teslim
edilmiştir. Daha birkaç yıl önce Lübnan’a karşı giriştiği saldırıda her zaman
olduğu gibi sivil halkı ve çocukları hatta ağızları süt kokan bebekleri
katleden, ancak direniş gösteren , silahları İsrail’inkiyle kıyaslanamayan
Hizbullah karşısında ölen Siyonist askerlerin başında ağlayan arkadaşlarının
görüntülerini gözlerinizin önünde canlandırdığınız zaman bunun doğruluğunu
teyit etmekten başka bir şey yapılamaz.
Kudüs ve Filistin davası sadece Filistinlilerin ve Arapların değil
bütün Müslümanların davasıdır. Bugün Filistin topraklarında o toprakların
bağımsızlığı , Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın kurtarılması için mücadele eden
bir tek kişi olmasa bile Müslümanların yinede bu davaya sahip çıkmaları gerekir. Nitekim Selahaddin Eyyubi bu inanç
ve şuur ile Kudüs’ü haçlıların elinden kurtarmayı başarmıştı. Onun haçlı
işgalini içine sindirememesi ve o kutsal mekanlar için uykularının kaçması bir
Filistinli yada Arap olmasından değil
Müslüman olmasından kaynaklanıyordu.Bugün o topraklarda bir bağımsızlık
mücadelesi var , ama ne yazık ki başka yerlerde yaşayan Müslümanlar onların bu
mücadelelerini dahi sahiplenmekten çekiniyorlar, korkuyorlar. Bu mücadelede
İsrail’ce yapılan zulmü evlerimizde televizyon karşısında, sanki bir film
şeridinden kareler gibi izleyip çaylarımızı yudumlayarak kayıtsız kalıyor hatta
Filistin ve Kudüs’e bir Arap meselesi
olarak bakıyoruz. Artık bu düşüncenin değişmesi ve ben Müslümanım diyen
herkesin o kutsal mekanların bağımsızlığı için sürdürülen mücadelenin bir
parçası olabilmek için elinden gelen gayreti göstermesi gerekmektedir. Bu
kutsal şehrin ve İçinde barındırdığı o kutsal mekanların Yahudi işgali altında olmasından bütün Müslümanların
rahatsız olması gerekir. İman hassasiyeti taşıyan her Müslümanın Yüce Allah’ın mübarek
kıldığını kitabı Kuran-ı Kerim’de bildirdiği bu toprakların yeniden İslami
kimliklerine kavuşmasında kendisinin de mutlaka bir sorumluluğunun olduğunu
bilmesi gerekir.
Her vuslata mehtap olmuş beldeye bak!
Eyvah! Yalıyor ufkunu bir kanlı şafak
Sabret Kudüs'üm silmek için gözyaşını
Elbet bir Ömer bir Salâhaddin çıkacak.
Kaynaklar :
1-Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi (Çağ
Yayınları )
2-Kudüs’ün Fethi ve Selahaddin Eyyubi Belgeseli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder