SALTANATI : 1876 – 1909
Osmanlı
tarihinin , ekonomik siyasi ve sosyal bakımdan en karışık döneminde 34. Osmanlı
Padişahı olarak tahta geçmiştir. Doğumu
21 Eylül 1842 , ölümü 10 Şubat 1918 olan Abdülhamid’in babası Sultan Abdülmecid
, annesi Tiri Müjgan kadınefendidir.
Abdülhamid
Han’ın fevkalade bir hafıza ve zekaya sahip olduğu, gördüğü bir kişiyi
unutmadığına dair bir sürü delil ortaya konmaktadır. Alman Birliğini kuran
Prens Bismark dünya üzerinde 100
gram akıl varsa bunun 90 gramı Abdülhamid Han’da 5 gramı
bende 5 gramıda diğer siyasilerde demek suretiyle onun zekasına dikkat
çekmiştir.
En
büyük talihsizliği Sultan VI Mehmet Vahideddin Han gibi devleti en kötü şartlar altında teslim
almış olmasıdır. Tahtan indirildikten sonra , daha önceden aleyhinde olup da sonradan pişman olmayan
hemen hemen kalmamıştır.
Bir
grup maalesef hain diye nitelendirilebilecek devlet adamı , başta Mithat Paşa ve adamları olmak üzere
amcası Abdülaziz’i ihtilal denilebilecek olaylar neticesinde tahtan indirmişler
ve daha sonra da Sultanın tekrar tahta geçmesi ve intikam alması ihtimalini göz
önünde bulundurarak tutsak tutulduğu Feriye Sarayında hunharca katletmişler ve
olaya da intihar süsü vermişlerdi. Maalesef Meclis-i
Mebusan’ın kapatıldığı Şubat 1878’e kadar da, idarede hep onların sözleri
geçerli olmuştur. İşte bu dönem içerisin de Mithat Paşa ve adamları Sultan Abdülaziz döneminde
ki güçlü ordudan ve İngilizlerinde kendilerini destekleyeceğini inanmalarından
cesaret bularak Ruslara savaş ilan ettiler. Tahta henüz geçmesi sebebiyle memleket
idaresinde dizginleri tam anlamıyla
elinde tutamayan Sultan , İngilizlerin bize bu savaşta asla destek
vermeyeceklerini söylemesine ve hatta
yapılan bir toplantıya çağrılan İngiliz büyük elçisinin de bunu bizzat söylemesine rağmen savaşın ilanına engel olamamıştır. Eski
takvimle 1293 yılına denk gelen bu savaşa 93 harbi denmiş ve Ruslar balkanlarda
çok kolay bir galibiyet elde ederek İstanbul’a
kadar gelmişlerdi. İç buhranlarla perişan olan
ve her iki cephede de mağlup duruma düşen Osmanlı Devleti, Yeşilköy’e kadar
gelen Ruslarla, İntihar Antlaşması denilebilecek olan 03.03.1878 tarihli
Ayastafanos Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ancak düvel-i muazzama denilen
İngiltere ve Fransa bundan rahatsız
olmaları üzerine, 4,5 ay sonra bu antlaşma yok sayılmıştır . Tarihçilere
göre bu bir buçuk yıllık devreden II. Abdülhamid’in sorumlu tutulması doğru
değildir.
Mithat
Paşa’nın büyük gayretleri sonucunda 23 Aralık 1876’da ilan edilen I. Meşrutiyetle
açılan Meclisi Mebusanı 93 harbi tecrübesinden sonra Şubat 1878 yılında kapatmıştır. Bununla
birlikte Rum , Ermeni ve Yahudilerin birlik olarak fitne kazanını kaynatmaya
başlamaları neticesinde , içinde bulunduğu bu karışık siyasi durumu yönetebilmek
için istibdat yani baskıcı bir politika izlemek durumunda kalmıştır.
Üzerinden
5 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen halk Sultan Abdülaziz’i unutmamış ve
ölümünün bir intihar olmadığına inandıklarını söyleyerek Sultanın katledildiğini ve müsebbiplerinin bulunmasını istemişlerdi.
Bunun üzerine kurulan mahkemece Mithat Paşa , Hüseyin Avni ve bu insanlara yakın
bazı kişiler suçlu bulunarak haklarında
idam kararı verilmiş, bu idam kararı da Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa , Ahmed
Cevdet Paşa’larında aralarında bulunduğu bir heyetçe onanmıştı. Ancak Ulu Hakan
onları afetmiş ve cezalarını sürgüne çevirmiştir.
O
güne kadar Tebay-ı Sadıka olarak adlandırılan ve Osmanlı yaşam biçimini
benimsemiş Ermeniler , Rusların oyununa gelerek ayaklanmaya ve çeteler kurmaya
başladılar. Bunun üzerine Abdülhamid Han Ermenileri bulundukları yerlerden
başka yerlere göç etmeye zorlamak durumunda kalmıştır. Yahudilerinde desteğini
alan Ermeniler Ulu Hakan aleyhinde propaganda yapmaya başlamışlardır. Viyana’dan gelen bir at arabasına konulan
saatli bir bomba Hakan’ın murtat dışı
Şeyhülislamla Cuma Namazı çıkışı beş dakika
görüşmesinin neticesinde patlamış ancak Ulu Hakan hiçbir yara almadan
kurtulmuştur. Bir Belçika Ermenisi olan Yoris’in tertibi olan bu tezgahı daha
sonra Osmanlıdan da alkışlayanlar çıkacaktır. Bunlardan bir tanesi olan şair Tevfik Fikret Bir lahza-i taharrur ( bir
anlık gecikme ) adlı şiirinde Yoris’e
övgüler düzecek “ ey şanlı avcı
attın ama vuramadın “ diyecek kadar küstahlaşacaktır. Oğlu Haluk’u bir
papaz olacakmış gibi yetiştiren ne tekimde papaz yapan bir şahsiyetten de
beklenen ancak budur. Buna mukabil
Abdülhamid tarafından da kendisine herhangi bir şey yapılmamıştır.
Teodor
Herz adlı bir Yahudi İsviçre’nin Basel kentinde toplanan ilk Siyonist konsilinde daha önceden yazmış olduğu kitaba da atıfta
bulunarak , dünya Yahudilerinin Filistin’de bir devlet kurmaya teşebbüse davet
ederek bu doğrultuda dünyanın en zengin Yahudi ailelerinin desteğini almayı
başarmıştır. Bu desteği alan Herz iki defa İstanbul’a gelerek Abdülhamid’le
görüşmüş ve Osmanlının tüm borçlarını ödemek koşulu ile Filistin bölgesinden
toprak isteme cesaretini kendisinde bulabilmiştir. Ancak Ulu Hakan’ın çelik
gibi iradesine çarparak durmak zorunda kalmış ve Hakan’ın “ kanla alınan
topraklar ancak kanla geri verilir. “
sözleri karşısında çaresiz kalmış ve Yahudi bankerlerin rüşvetlerini
kabul eden üst düzet yöneticilerinde Padişah’ı etkileme çabaları da bir netice
vermemiştir. Bu işin para ile halledilemeyeceği anlayan Yahudiler tarafından
Ulu Hakan aleyhinde yine büyük bir karalama kampanyası başlatılmıştır.
Ermenilerin daha çok sahiplendiği bu kampanyalar neticesinde Ulu Hakan’ın adı
Kızıl Sultan’a kadar çıkmıştır. Oysa o Abdülhamid ki amcasını katledenleri ,
kendine suikast girişiminde bulunan Ermeni Yoris ‘i ve yine kendisine suikast
girişiminde bulunan harem ağasını affetme büyüklüğünü göstermiştir.
Netice
itibarıyla emellerine ulaşamayan Yahudilere göre Ulu Hakan’ın bir şekilde tahtan indirilmesi gerekiyordu.
Bu amaçları doğrultusunda İttihat ve Terakki cemiyetini kurdurmuşlar
dolayısıyla da desteklerini esirgememişlerdir.
Daha
sonraki yıllarda Ruslarında etkisiyle Balkanlarda çeteler boy göstermeye
başlamış ve Balkanlar iyice karışmıştır. Ayaklanan halkla birlikte İttihat ve
Terakki yandaşları , Padişah’ı II.
Meşrutiyet’in ilanı için zorladılar. Gelişen olaylar karşısında 17 Aralık
1908’de II. Meşrutiye ilan edildi. En azılı Osmanlı Düşmanları bile mebus
olarak meclise girmeyi başarmıştı. Meclise girmiş azınlık iradesi
Müslümanlardan dahi fazlaydı. Ancak kısa
sürede İttihat ve Terakki iktidarı halkın nefretini kazanmayı başardı. Kendilerine
muhalif olan gazeteci ve siyasileri de
baskıyla ya da suikastla susturuyorlardı. Bu durum halkın nefretinin
daha da artmasına neden oluyordu . Artık İttihat ve Terakki yeterince rahat
değildi. Bu nedenledir ki kendilerine yakın olarak gördükleri Avcı taburlarını
kendilerini koruması amacıyla Rumeli’den İstanbul’a getirttiler. Ancak Avcı taburlarının
komutanlarının da siyasete dalmaları sonucu asker üzerinde ki denetimin
azalması , askerlerin halkın arasına karışmasına ve halka yapılan baskı ve
zulme şahit olmalarına neden olmuştu. İşte kendilerini korumak amacıyla getirdikleri
bu avcı taburları İttihat ve Terakki mebuslarından bazılarını halkın gözleri
önünde linç ettiler. İstanbul’a birkaç gün terör havası hakim oldu. Tarihte 31
Mart Vakası olarak yerini alan hadise de budur.
İttihat ve Terakkiciler bu seferde Rumeli’den Harekat
ordusu adı verilen 15 bin kişiden oluşan bir orduyu İstanbul’a getirdiler. Sultan aşırı merhametinden dolayı etkisiz
kaldı. Saray etrafında 30 bin has evladı olduğu halde , müslümanı müslümana
kırdıramam diyerek kardeş kanının
dökülmesine gönlü razı olmadı ve tahtan
kendi rızası ile çekildi. Ancak daha sonra bazı dini kitaplarını yaktırttığı
için tahtan indirildiği söylendi. Dini konularda ki hassasiyeti ile bilinen ve halk arasında Veliyyulah diye
adlandırılan Ulu Hakan’ın suçlanacağı en son nokta bu idi.
İşin
aslına gelince o dönemde Kur’an-ı Kerim’in özel olarak halk tarafından
basılması yasak idi. Bunun nedeni ise kişiler tarafından gerekli hassasiyetin
gösterilemeyeceğinden duyulan endişedir. Bu şekilde basılan Kur’an-ı Kerim’ler
toplanarak yakılır ve külleri kimsenin ayak basamayacağı yerlerde toprağa gömülürdü.
Kur’an Devlet tarafından basılır ve bedava olarak halka dağıtılırdı.
Sıra
Abdülhamit Han’ın sultanlıktan azline gelmişti . Bunun için de fetva
gerekiyordu. Buna hal fetvası denir. Bu hal fetvası Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin
Efendi tarafından verilmiştir. Hal fetvasının sultana bildirilmesi için kurulan
4 kişilik heyete Talat Paşa’nın da
baskılarıyla Selanik mebusu Yahudi Emanuel Karaso’da girmeyi başarmıştır. Sultanın
o heyette ki Yahudiyi görünce çok şaşırmış ve
“ sizler Müslümansınız beni halife olarak başınızda görmek
istemeyebilirsiniz ama bu Yahudinin aranızda işi ne “ sözleri manidardır.
Hal
edilmesinden sonra bir Yahudi muidi olan Selanik’e gönderilip zengin bir Yahudi
ailesinin köşküne hapsedilir. Normal bir insana dahi yapılmayacak zulüm ve baskılar altında kendi ve ailesi
günlerce aç bırakılır. Tüm şahsi mülkü millileştirildiği gibi menkul serveti de tamamen elinden alınır.
Yumuşak
huylu kardeşi Reşad İttihat ve Terakkicilerin elinde bir kukla olmuştur.
Balkanların tekrar karışmasıyla Selanik’in elden çıkacağı anlaşılınca İstanbul’
getirilmek istenmiş ancak o bunu Selanik demek İstanbul’un anahtarıdır , bize
kaçmak yakışmaz bana da bir silah verin has evlatlarımla düşmana karşı ben de çarpışayım demesine rağmen İstanbul’a
getirilerek Beylerbeyi Sarayına yerleştirilmiştir. I. Dünya Savaşını
buradan takip eden Abdülhamit Han
savaşın uzun süreceğini tahmin ediyor ve sonunda denizlere hakim olan tarafın
kazanacağını düşünüyordu. Bu nedenle de ittifak kurulacaksa İngiltere ile
kurulması gerektiğini , ziyaretine gelen ittihatçı liderlere de söylemiş ancak tam tersi bir politika izlenmesi sonucu Osmanlı parçalanmıştır.
Çok
güçlü bir istihbarat teşkilatı kurmuştur. Hasta adam olarak nitelendirilen
Osmanlıyı tam 33 yıl hiç toprak vermeden idare etmeyi başarmıştır. Son derece
dindar ve namuslu idi. Zevk ve sefaya düşkün değildi. Devletin işleriyle ilgili
gece saat kaç olursa olsun uyandırılmasını devletin işlerinin yarına bırakılmamasını
isterdi. Milletin hiçbir evrakını abdestsiz ve besmelesiz imzalamamıştır.
II. Abdülhamid, hiç bir zaman
vazgeçmediği ittihâd-ı İslâm (İslâm Birliği) siyâseti sebebiyle halkı
tarafından sevildi ve tutuldu. Neticede Devleti de ayakta durdurmayı da
başarmıştır. Döneminde İslam’ın anlatılması maksadıyla Japonya’ya
kadar gemi yollanmıştır.
Abdülhamid Han
daha çok barışçıl bir politika izlemiş öncelikle memleketin kalkınması ile
ilgili meselelere önem vermiştir. Yaklaşık 300 milyon altın olan dış borç onun
döneminde yaklaşık 30 milyon altın seviyesine düşmüştür.
Başta
eğitim müesseseleri olmak üzere insanlığa yararlı pek çok kurumu bütün vatan
sathına yayan bir çok okul ,hastane ve fabrika yaptıran Abdülhamit Han’ın
telgraf hatları ve en önemlisi memleketi bir baştan bir başa saran demir
yolları inkar edilemeyecek eserleridir.
Kur’an’ın
tercüme edilmesi halinde manasının tam verilemeyeceğine inandığından bu yöndeki
teşebbüsleri engelleyen Abdülhamid Han 10 Şubat 1918 de Beylerbeyi sarayında
vefat etti. Allah Rahmet Eylesin.
BİR
SÖZ: Karanlık bir odada kara bir kediyi bulmak zordur. Hele bir de kedi yoksa……
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder