11 Temmuz 2013 Perşembe

EBÜ’L FETH SULTAN ALPARSLAN



İslam’ın bahadır evladı. Anadolu’nun kapısını Müslüman Türklere açan ve Müslüman Türklerin öz yurdu haline gelmesinde baş rolü oynayan cihangir  Selçuklu hükümdarı.

20 Ocak 10(29-30 )' da doğdu. Asıl ismi Muhammed bin Davut Çağrı olup lakabı Alparslan’dır. Küçük yaşlardan itibaren babası Çağrı Bey’in yanında muharebelere iştirak etti. Cenk meydanlarında kılıç sallayarak yetişti. Mert ve mahir bir kumandan olarak tanındı. Bizzat kumanda ettiği orduyla birlikte pek çok savaşlara katıldı ve zaferler kazandı. Çağrı Bey, henüz sağlığında oğlu Alparslan'ı Horasan tahtına veliaht tayin etmişti. Çağrı Bey 1060'ta vefat edince de Alparslan Horasan valisi oldu.

Amcası Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in 7 Eylül 1063’te evlat bırakmadan vefat etmesi üzerine ülkede kargaşalar çıkmaya başlamıştı. Bu kargaşalarla diğer Türk Bey’lerinin de dağılıp gitmesinden korkuluyordu. Dolayısıyla bu kargaşaların önüne geçebilmek için büyük çaba harcanıyor, aynı zamanda da Gazneliler ve Bizanslıların yoğun baskısına göğüs germek durumunda kalınıyordu.

1063’te Tuğrul Bey’in ölümü üzerine vasiyeti doğrultusunda yeğeni ve üvey oğlu Süleyman, Vezir Amidülmülk Kündüri tarafından tahta çıkarıldı. Ancak Selçuklu beyleri, Alparslan’dan yana tavır koyuyorlardı. Bu arada Kutalmış’ın başkent Rey’e hücumu üzerine, Vezir Kündüri, Horasan Selçuklu Hükümdarı olan Alparslan’ı Rey’e çağırarak, içinde bulunan durum ve Selçuklu Bey’lerinin de ondan yana tavır koymaları nedeniyle Selçuklu tahtını Alparslan’a devretti. Daha sonraki muharebede de Alparslan, Kutalmış’ı mağlup ederek Rey’e girdi ve 27 Nisan 1064’te tahta çıktı. Böylece Alparslan’ın Sultanlığı ilan edilmiş olunuyordu. Alparslan Kündüri’nin yerine de Nizamül Mülk’ü vezir tayin etti.

Alparslan ilk icraat olarak, asayişi temin etti. Devlet teşkilatına ve orduya çeki düzen verdi. Akabinde de fetih harekâtına başladı. 1064'te bir Hıristiyan krallığı olan Gürcistan'ı fethetti. Kars'ı, Ani'yi ve Ermeni krallığını hakimiyeti altına aldı. Yine bu sırada oğlu Melikşah ve Nizamül Mülk komutasındaki kuvvetler de Van ve çevresini ele geçirdiler (1064).

Devleti için Bizanslıları devamlı bir tehdit unsuru olarak gören Alparslan, düşman üzerlerine gelmeden önce düşmanın üzerine gidilmesi yolunu seçti ve namlı kumandanlarını Anadolu'ya akınlara gönderdi. Bunlardan, Gümüş Tekin, Afşin ve Ahmed Şah Anadolu içlerine daldılar ve Bizans ordularına karşı birçok zaferler kazandılar.

Selçukluların Anadolu'da üst üste kazandıkları zaferlerden ürken Bizanslılar, kesin netice almak için büyük bir ordu hazırlamışlardı. İki yüz elli bin kişilik  bu büyük ordunun başına da İmparator Romanos Diogenes’i geçirdiler. Niyetleri Müslüman Türkleri Anadolu’dan çıkarmak, hatta bütün Selçuklu topraklarını ele geçirerek bu devleti ortadan kaldırmaktı. Bu niyetle yola çıkmışlardı ve kendilerinden de son derece eminlerdi. Böyle kalabalık bir orduya kimsenin karşı koyamayacağını zannediyorlardı.

Alparslan Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği askerlerden biri huzuruna gelip nefes nefese Bizans Ordusu’nun yaklaştığını haber verdi: “ 250 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor Sultanım!”

Sultan Alparslan gülümseyerek cevap verdi: “Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz.”

Bu sözler onun kaynağını imanından alan korkusuzluğunun ve cesaretinin en açık biçimde gözler önüne sergilenmesinden başka bir şey değildir.

Sultan Alp Arslan, Buharalı İmam Muhammed Bin Abdülmelik'in tavsiyesi üzerine muharebeyi Cuma gününe denk getirmişti. 26 Ağustos 1071 Cuma günü bütün İslam beldelerinde ve Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazında halifenin gönderdiği şu hutbe ve dua okunmuştur:

"Allahım! İslâmın sancaklarını yükselt ve hayatlarını Sana kulluk için esirgemeyen mücahidlerini yalnız bırakma! Ya Rabbi! Alp Arslan'ı düşmanlarına karşı muzaffer kıl ve onun askerlerini meleklerin ile kuvvetlendir! Zira O, Senin rızanı kazanmak için varlığını, canını ve her şeyini fedadan sakınmıyor. O Senin yolunda ve dininin üstünlüğü için nasıl cihat yapıyorsa Sen de onu öylece koru ve düşmanlarını kahret!"

Malazgirt ovasında kılınan Cuma namazından sonra bütün erler bir birleriyle helalleşmişti. Alparslan beyaz bir elbise giymişti.Toplanan askerlerin yanına gelen Alparslan, atından inerek secdeye varmış ve Âlemlerin Rabbine şöyle niyazda bulunmuştu:

" Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ey Allahım! Niyetim halistir, bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret!"

Alparslan atının kuyruğunu elleriyle bağlıyıp,  üzerine atladıktan sonra, askerlerine dönerek:

"Ey askerlerim! Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, Zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır. Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice hasıl olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir.Allah'tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamamıyla O'nun elindedir,bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım."

Askerler heyecanla, hep bir ağızdan; "Asla emrinden ayrılmayacağız!" diye haykırmışlardı.

Bu konuşmasından sonra okunu ve yayını atarak kılıcını sıyıran Alparslan, "Bismillah!" diyerek en ön safta düşmana doğru atını sürmüştür. Kumandanlarının arkasından şimşek gibi Bizans ordusu üzerine atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti. Gün boyu devam eden savaş neticesinde Müslümanlar kesin zaferi kazanmış ve İslam Ordusu karşısında daha fazla direnemeyeceklerini anlayan Bizans askerleri kaçmaya başlamışlardı. Büyük kayıp veren İmparator Diogenes aynı zamanda da esir düşmüştü, ama tüm İslam Tarihinde olduğu gibi ona esir muamelesi yapılmadı. İmparator, Sultan Alparslan'ın huzuruna getirildi. Muzaffer padişah esir İmparatorun ellerini çözdürdü ve yanına oturttu. Esir İmparatora misafiriymiş gibi davranıyordu. Sohbet esnasında İmparator'a sordu:


"Ey Rum Kayzeri, ben senin eline esir düşmüş olsaydım, bana nasıl muamele ederdin?

 Bu sual, Mekke Fethi’nin muzaffer komutanı Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in, mağlup Mekke müşriklerine sorduğu sualin aynısı…İlhamını nereden aldığı o kadar belli ki, Sultan Alpaslan’ın, Peygamberi ile arasındaki gönül bağına başka şahit istemez.

Diogenes: "Kamçılattırır, sonra da Demir kafese koyup dolaştırırdım…”diye cevap verdi.
 Alparslan:"Şimdi,benim size nasıl bir muamelede bulunacağımı tahmin ediyorsunuz?"

"Ya öldüreceksiniz, yahut da bir harp esiri sıfatıyla bütün Selçuklu ülkesini dolaştıracaksınız. Çok zayıf bir ihtimale göre de, benden bir kurtuluş akçesi ve rehineler aldıktan sonra serbest bırakacaksınız."

Alparslan bu cevab karşısında tebessüm etmiş ve Diogenes'e: "Bilemediniz. Düşündüğünüzün hiçbirisini yapmayacağım. Sizi karşılık beklemeden serbest bırakacağım" demiştir.

Alparslan, Diogenes'e bir miktarda altın para verdi ve yanına muhafızlar katarak İstanbul'a kadar emniyetle gitmesini temin etti. Ancak İstanbul’da Sultan Alparslan’ın yaptığı gibi  iyi bir  muameleyle karşılama yapılmadı. Bu mağlubiyetin sorumlusu olarak görülen Diegones İmparatorluktan indirilerek  gözlerine mil çekildi ve zindana atıldı.

Malazgirt zaferi üzerine Anadolunun kapısı Müslümanlara açılmıştı. Bu cennet belde kısa zamanda tevhid ehli ile dolacak, tekbirlerle nurlanacaktı.
Bu savaş kaybedilseydi, Osmanlı Devleti’ni kuran Kayıhan Aşireti Anadolu’ya gelemeyecek, dolayısıyla Osmanlı Devleti dediğimiz müthiş manzume, o sürecin içinde kurulamayacaktı… Şu halde Sultan Alparslan, Osmanlı Devleti’nin çekirdeğini Anadolu’ya eken insandır. Bu yönüyle de hatırlanmalı, anılmalı ve selâmlanmalıdır.

Malazgirt Zaferi’nden bir sene kadar sonra Alparslan 1072'de Mâverâünnehir civarında Amuderya Nehri üzerinde bulunan Hana Kalesi’ni kuşattı. Kale Komutanı Yusuf el-Harizmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladığından teslim olacağını bildirdi. Yusuf’u alıp, Alparslan’ın huzuruna çıkardılar. Hain, kolunun yenine sakladığı hançeri çekti ve Sultan’ın göğsüne sapladı. Sultan Alparslan yaralanmıştı. Yaralı yatarken çevresine dedi ki:

“Her ne zaman düşman üzerine gitsem, Allah’a sığınır, O’ndan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, ordumun büyüklüğünden, bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. ‘Ben dünyanın hükümdarıyım, kimse beni yenemez’ diye düşündüm. Şu halim, işte bunun neticesidir. Cenâb-ı Hak beni âciz bir kulunun eliyle cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allah’dan af diliyor, tövbe ediyorum.”

Sultan Alpaslan işte bu yüzden büyüktür! Onu büyük zaferler kazanan bir hükümdar olduğu için değil, bugün bize “insanlık dersi” vermeye kalkışan Avrupa ile birlikte tüm insanlığa, tarih içinden “insanlık dersi” veren örnek bir “insan” olduğu için tanımalı ve yeni nesillere de tanıtmalı ve anlatmalıyız. Çünkü o yeni nesillerin ihtiyacı olan örnek  insanlardan biridir.

Alparslan aldığı bu hançer yarasından kurtulamadı ve dört gün sonra 25 Ekim 1072'de 42 yaşında şehid olarak baki âleme göçtü. Cenazesi Merv şehrine götürülerek babası Çağrı Bey’in yanına defnedildi. Kahramanlıkları dilden dile anlatılan Alparslan artık yeni bir sefere çıkacaktır. Ama bu seferde  ordusu  onu yalnız bırakacak ve bu seferde ordusu yaptığı iyilikleri, namazı ve ibadetleri olacaktır. Allah ona cennet nasip etsin, İnşallah…..

Mahir bir kumandan ve müdebbir bir idareci olan Alparslan İslâmiyet’i harfiyen yaşamaya gayret etmiş ve Rabbi yakarışında yüzünü toprağa sürecek kadar kullukta kaybolmuştu.İslamiyet’in kazandırdığı güzel ahlakla milletine örnek olmuştur. Düşmanlarını bile affetmesiyle, üstün ahlakını göstermiştir.

“Bizler temiz Müslümanlarız. Bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala, milletimizi aziz kıldı.”  diyen Alparslan’ın Türbesinde şu kitabe vardır: “Alparslan'ın göklere yükselen azametini görenler, bakınız! Şimdi o şu kara toprağın altındadır.”  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder