1 Nisan 2019 Pazartesi

KUR’AN’DAN ÇIKARILANLAR EKLENENLER VE UNUTTURULANLAR







Nafî, İbn-i Ömer’den nakleder ki: “Hiçbiriniz ben “Kur’an’ın tümünü öğrendim” demesin. Çünkü, ne biliyor Kur’an’ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki "Ben Kur’an’dan ortada olan kısmını öğrendim" (Suyûtî)


RİVAYETLER:

1-Hz. Aişe anlatıyor: “Recm ayeti ve büyüklerin on defa süt emmeleri konusunda ayet inmişti. Bu ayet, karyolamın altında bir sahifede yazılıydı. Resulullah (a.s.m) vefat edince biz onunla meşgul olduk, o sıralarda bir hayvan(keçi) gelip onu yedi.”

(İbn Mace, Nikah, 36- 1944, Ahmed bin Hanbel 5/131, 132, 183 ve 6/269 )

2-İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:

"Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm âyeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla sübt bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla'nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazardım."

[ Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418)]

RİVAYETLERİN TENKİDİ:

Rivayetlere göre söz konusu recm ayeti Ahzab suresinde yer almaktadır. Ahzab Suresi Bakara Suresi kadar uzun bir sure idi. "Evli erkek ile evli kadın zina ettikleri takdirde onları kesin olarak recmediniz. Elbette ki bu Allah'tan ibretli bir cezadır. Allah Azizdir, Hakimdir" şeklindeki Recm âyeti de bu surede idi. Bunu Ebubekr el-Enbarî, Ubeyy b. Ka'b'dan zikretmiştir.
Bu husus günümüz uydurulmuş din savunucuları tarafından şöyle tevil edilmektedir: Yüce Allah Ahzâb Suresi'nden elimizde bulunan miktardan daha fazlasını kendi katına almıştır. Recm âyetinin ise lafzı kaldırılmış olmasına rağmen hükmü sabittir.

İlk rivayette görüldüğü gibi Allah’ın ayeti, eve giren koyun ya da keçi türünden bir hayvanın midesine inerek ortadan kalkmıştır. Ne kadar üzüntü verici bir durum değil mi? İnsanlığa rehber olarak inen Kur’an-ı Kerim ‘in hemde recm gibi insan hayatı ile doğrudan ilgili önemli bir ayeti keçi tarafından nesh edilmiştir. Bu ayette diğer ayetler gibi neden unutturulmadı da Kur’an’ın neshi bir keçiye bırakılarak, ayetleri bir hayvan tarafından bile nesh edilecek kadar basit ve itibarsız bir kitap haline getirildi. Bu rivayetin kurtarılması için keçinin ne kadar mübarek bir hayvan olduğuna dair sayfalar dolusu yazılar bile yazılmıştır. ( İbni Kuteybe / Hadis Müdafası ) Keçinin o ayet sayfasını yemiş olabileceği kabul edilse bile sayfada yazan ayetin ne olduğu bilinmesine rağmen bu ayetin neden tekrar kayıt altına alınmadığı ve Kur’an’a yazılmadığını anlamak mümkün değildir.
İkinci rivayette görüldüğü üzere Hz. Ömer keçi tarafından yenen bu ayetleri yazmayı düşünmüş ancak insanların Ömer Allah’ın kitabına ilave yaptı demesinden korktuğu için bu düşünceden vazgeçmiş. Maalesef Hz. Ömer Allah’tan değil de kullarından korkup birçok kişi tarafından bilinen ve keçi tarafından yenildiği için lafzı yok olan ancak hükmü baki bu ayetleri Kur’an’a yazmaktan çekindiği için bugün elimiz de ki Mushaflarda recm ayetleri de bahsedeceğimiz pek çok ayet gibi bulunmamaktadır. Hz. Ömer gibi Hz. Peygamber tarafından Faruk olarak adlandırılan yani hak ile batılı birbirinden ayıran bir şahsiyetin Allah’tan değil de insanlardan çekindiğine hangi vicdan sahibi Müslüman inanır ki. Bunu en başta uydurma din savunucularının Hz. Ömer’e bir iftira olduğunu söyleyerek reddetmeleri gerekmez mi? Bu Hz. Ömer’e bir övgü müdür yoksa sövgü mü?
Hem herkes tarafından bilinen ancak keçinin yenmesi ile yok olan ayetleri tekrar Kur’an’a yazmak Kur’an’a ekleme yapmak değildir ki, eksilen ayetleri tamamlamak, Kur’an’ın orijinalini korunmak anlamına gelir. Bu korkulacak bir iş değil olması gereken bir iş değil midir?
Hz. Ömer ne kadar da basiretsizmiş ki bu ayetlerin Kur’an’a eklenmemesi ile ilerde doğabilecek bu fitneyi görememiş ve ümmeti bu sorunla baş başa bırakmıştır.
Ayrıca Hz. Peygamber inen ayetleri yazdırdıktan sonra, ayetleri yazan sahabelere verip gönderiyor bir daha da sormuyor herhâlde. Çünkü Hz. Ebu Bekir zamanında Yemame’de pek çok Kur’an hafızının şehit olmasından dolayı Hz. Ömer Kur’an’ın çoğunun zayi olmasından endişeleniyor ve Hz.Ebu Bekir’e Kur’an’ın bir araya toplanması gerektiğini söylüyor. Zeyd bin Sabit bu işle görevlendiriliyor. O’da yazılı iki şahit getirmeleri durumunda onları kabul ederek Kur’an’ı bir araya topluyor. Yani peygamberimizin yanında topladığı bir Mushaf yok, ayetler sahabeler de dağınık halde. Hz Aişe örneğinde olduğu gibi kimisi yatağın altında hiçbir önlem almadan bir keçinin yiyebileceği bir yere konmuş diğerleri kim bilir nerede. İnsanın aklına acaba başka hayvanların da yediği ya da önlem alınmadığı için değişik şekillerde ortadan kalkan ve bu şekilde Kur’an’a girmeyen başka ayetler de var mı? gibi sorular geliyor. Düşünsenize bir keçi yedi diye bugün elimizde olan Kur’an’larda Recm ayeti yok. Bu trajikomik vakaya ve bunlara inanan Müslümanlara üzülüp, kahrolmamak elde değil. “ bize karşı bir söz uydursaydı onun şah damarını çeker koparırdık.”  gibi uyarılara rağmen Hz. Peygamber yazdırdığı ayetleri muhafaza altına alıp, kendisi saklamamış olabilir mi? Kesinlikle hayır. Tebliği ile yükümlü olduğu ayetleri koruma altına almaması, o göreve ihanet etmektir ki peygamberler kesinlikle böyle bir şey yapmazlar.
Bu uydurmalarla yetinmeyenler, hatta maymunların bile zina eden bir maymunu yakalayarak taşladıklarını ve sahabelerden birisinin de bu maymunu recm etme olayına katılarak “zinacı” maymunun taşlanarak nasıl öldürüldüğünü anlatırlar. Tam bir akıl tutulması, insanın dili tutuluyor söyleyecek kelime bulamıyor. Buhari’de böyle bir hadisin ne işi olabilir diyorsun, bu hadis değil ki sahabenin yaşadığı ve aktardığı bir olay diyorlar. Demek ki Buhari’nin Sahih’inde peygamberin hadislerinden başka sahabenin yaşadığı ve aktardığı bir takım olaylarda var. İmam Buhari hayvanlarında bizim gibi sorumlu olmadığını onlarda zina diye bir olayın olamayacağını bilmiyor mu? Peygamberle hiçbir alakası olmayan bu olayı hiç düşünmeden kitabına alarak hem peygamberi hem de İslam’ı komik duruma düşürerek onlara zarar vermiş olmuyor mu?

İşte bu türden rivayetler üzerinden uydurulan din, Allah’ın apaçık dininin önüne geçirilmiş ve bir keçinin insafına mahkûm edilmiştir.
Hülasa zina eden bir kimsenin taşlanarak acılar içinde yavaş yavaş ölmesini izlemek canın kutsal sayıldığı, rahmet dini İslam’a nasıl girmiştir anlamak mümkün değil.
RİVAYETLER:

1-Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: "Kur'an olarak inenler meyanın da "Malum on emme ile haram sabit olur" ayeti de vardı. Sonra (Rab Teala) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur'an'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti."

[Müslim, Rada 24, (1452); Muvatta, Rada 17, (2, 608); Ebu Davud, Nikah 11, (2062); Tirmizî, Rada 3, (1150); Nesaî, Nikah 51, (6, 100).]

2-Âişe'den rivayetle Ebû Huzeyfe'nin âzâdlısı Salim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında bulunuyormuş. Derken Sehle binti Süheyl HZ. Peygamber’e gelerek:

“Salim artık erkeklik çağına geldi ve erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama hâlâ yanımıza giriyor, bundan dolayı Ebû Huzeyfe'nin yüzünde hoşnutsuzluk görüyorum.” demiş.
Bunun üzerine Peygamber ona: onu emzir, ona haram ol buyurdu.
Sehle : “Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emziririm?” dedi. Bunun üzerine Resulullah gülümsedi ve: “Onun koskoca adam olduğunu biliyorum.” cevabını verdi.
 (Sehle bunu yapmış ve) dönerek: “ Ben onu emzirdim, Ebû Huzeyfe'nin hatırına gelen şey de gitti.” demiş
(MÜSLİM, Büyük İnsanın Süt Emmesi Babı, 26-27-28-29 VE 30. HADİSLER)
RİVAYETLERİN TENKİDİ:

Rivayetleri okudukça İnsanın kafası allak bullak oluyor, bu nasıl bir din diyesi geliyor. Ergenliğe erişmiş bir erkeğin süt emmesi de nedir. İzah edilecek bir şey arıyorsunuz ama neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor. Birinci rivayette bir erkeğin bir bayana haram olması için onu 10 kez emzirmesi gerektiğini bildiren ayetin 5 kez emzirmesi gerektiğini bildiren ayetle nesh edildiği ve bu ayet insanlarca okunurken de peygamberimizin öldüğü söyleniyor. O halde bu ayetlerin günümüz Mushaflarında da olması gerekmez mi? Gerekir o halde nerde bu ayetler. Yok … On emme ile beş emme arasında ki fark nedir. Allah’ın ayetleri bu kadar basit bir mesele için nesh edilecek yazboz tahtası mıdır? Allah bir konuda hükmünü belirledi mi bir daha o hükmünden dönmez. Kur’an’ın değişmeden günümüze kadar gelen tek kaynak olduğuna inanıyoruz, Rabbimizin onu koruduğuna da iman ediyoruz ama yukarıda okuduğumuz onca rivayete bakınca değişmeyen nesh edilmeyen ayeti yok gibi. Diyorlar ki aslında bu ayetler Resûlullah'ın hayatının son za­manlarında neshedildi ama haberi olmayan kimseler onu Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra da okumaya devam ettiler ve haberleri olunca da okumayı bıraktılar. Bu nasıl bir din ki dinin öğrenildiği ana kaynakta ki ayetler nesh ediliyor, haberi olanlar okumuyor olmayanlar okumaya devam ediyor, bu anlaşmazlıkların çıkmasına, ihtilaflara, fitneye yol açmaz mı?

İkinci rivayette, Sehle’nin ergenlik çağına gelmiş azatlısı Salim’in hala yanımıza giriyor ve Ebu Huzeyfe bundan rahatsızlık duyuyor diye peygamberimize bir yakınması var. Burada “ yanımıza giriyor” dan kasıt yatak odası gibi mahrem bir yer olması gerekir yoksa evin paylaşılan diğer odalarında kim bir yakınından çekinir ki. Hal böyleyse odaya girmemesi için basit bir uyarı yetecekken neden peygambere gidilir.  Ya da Ebu Huzeyfe her ne kadar azatlısıda olsa Salim’i kan bağı olmadığı için bir yabancı erkek gibi görüyor ve karısını kıskanıyor olabilir. Bu birincisinden daha vahim bir durum dur ki varlığından bile rahatsız olduğu bir kişinin sırf ona haram olması için karısının memesinden on ya da beş defa süt emmesine ne kadar tahammül edebilir. Her iki halde de yetişkin bir insanın karısının memesinden süt emmesine hangi erkek izin verir ki.

Bunu Sahle’nin “ Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emziririm? “ sözünden ve şaşkınlığından da anlayabiliriz. En garip olanı ise Ebu Huzeyfe’nin aklına gelenin, Sahle’nin Salim’i emzirdikten sonra sanki sihirli bir değnek değmiş gibi kaybolması. Diyorlar ki bu o kişi için verilmiş özel bir ruhsat. Bu nasıl bir savunma dinde özel ruhsat mı olur, peygamberimiz o kişilere torpil mi yaptı yani. Aynı durumda olan başkaları ne halleri varsa görsün öyle mi. Salim sütü emerken ne hissetti acaba fıtratında olan cinsel dürtülerini kontrol edebildi mi ya da beş defa süt emen bir kimse daha da fazlasını ister mi bilinmez.

Rivayetler böyle olunca günümüz âlimleri de buna uygun fetvalar verir. İşte bir örnek:

Mısır’daki El-Ezher Üniversitesinin Hadis Bölümü Başkanı, “Kadınlar, aynı işyerindeki erkekleri emzirirse, akrabaya dönüşür, tacize uğramaktan kurtulur” şeklinde bir fetva verdi ve tartışmalara yol açtı. El-Ezher Üniversitesi’nden yapılan açıklamada ise bu fetvanın İslam’ı küçük düşürücü nitelikte olduğu söylendi. Hepinizi böyle şey olur mu diyerek sinirlendiğinizi görür gibiyim. Oysa hadisleri dinin kaynağı kabul edenlere göre verilen bu fetvanın geçerli olması gerekmez mi?

Amiyane bir tabirle özür dileyerek söylüyorum “ eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek”tir bu.
RİVAYET:

Abdullah ibn Mes'ûd'un talebeleri Ebu'd-Derdâ'nın oturduğu yere (yânî Şam'a) geldiler. Ebu'd-Derdâ da bu gelenleri aradı ve onları buldu da: "Hanginiz Abdullah'ın okuyuşu üzere okuyor?" diye sordu.
Alkame: "Hepimiz onun kıraati üzere okuruz," dedi.
Ebu'd-Derdâ: "Hanginiz ezber ediyor?" dedi.
Arkadaşları Alkame ibn Kays'ı işaret ettiler.
Ebu'd-Derdâ: "Sen, İbn Mes'ûd'un "Vel-leyli izâ yağşâ" sûresini nasıl okurken işittin?" dedi.
Alkame: " Ve’l leyli izâ yağşa ve’n -nehari izâ tecella ve’ zekeri ve’l ünsâ " şeklinde okurken işittim," dedi.
Ebu'd-Derdâ: "Şehâdet ediyorum ki, ben de Peygamber'in bu âyeti böylece okuduğunu işitmişimdir. Fakat bu Şamlılar benim "Ve halaka'z-zekera ve'l-ünsâ" şeklinde okumamı istiyorlar, vallahi ben onlara tâbi olmuyorum," dedi.

 [ Sahihi Buhari, Sahabenin Faziletleri 82 (Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet, 62/82 )]


RİVAYETİN TENKİDİ:

Rivayetten anlaşılan olay peygamberimizin vefatından kısa bir süre sonra gerçekleşiyor. Daha peygamberin sahabesi hayatta iken Leyl suresini Şam’lılar “halaka” yani yaratma kelimesi ile birlikte okurken Hz. Peygamberin yanında yetişen Abdullah ibn Mesud ve öğrencilerinin söz konusu sureyi bu kelime olmadan okuduğunu görüyoruz. Elimizdeki Mushaflarda da bu surenin Şamlıların Ebu’d Derda’yı okumaya zorladıkları şekliyle yani halaka/yaratma kelimesinin mevcut olduğunu görüyoruz. Şimdi Peygamberin iki güzide sahabesi ve onların öğrencileri halaka kelimesinin Leyl suresinde olmadığını söylüyor, Şam’lılar ise olduğunu. Böyle bir durumda bize de ashabın dediğinin doğru olduğuna inanmak düşer, çünkü onlar bizzat peygamberin ağzından duymuşlardır. O halde mevcut Mushaflarda da yaratma kelimesi olduğuna göre, Leyl süresi (92/3) Ayette geçen yaratma kelimesi Şamlıların baskısıyla Kur’an’a sokulmuş bir fazlalık olup, Kur’an’dan değildir. Başka bir değişle bu rivayete göre Kur’an’a ekleme yapılmıştır. Peki, bunu kim söylüyor Müslümanların Kur’an’dan sonra en sahih ikinci kaynak olarak kabul ettiği Sahihi Buhari. Gerçi bu rivayetlerden sonra sahih olarak kabul edilen ikinci kaynak, birinci kaynağın üzerine yani Kur’an’a gölge düşürüp onun sahihliğine leke sürebiliyorsa hangisi birinci kaynak onu bir daha sorgulamak gerekmiyor mu? Üzülmemek elde değil. Bunu Müslüman olmayanlar yapmış olsa bu rivayeti savunanlar acaba ne söylerlerdi.

Rivayete tekrar dönecek olursak Ebu’d Derda bu kelimenin Kur’an’dan olmadığını biliyor Çünkü Peygamberden bu şekilde dinlemiş ama Şamlıların baskısından anlaşılan can korkusuyla Kur’an’da değişiklik yapmakta bir sakınca görmüyor. Bu durum sahabe tasavvurumuzu alt üst ediyor ama sonuçta onlarda insan diyelim ki can korkusuyla böyle bir şey yaptı, neden orayı terk etmiyor ve bu tehlike ortadan kalkınca gerçekleri anlatmıyor.

“ Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” Hicr suresi 9

Bu ayet süs herhalde…

RİVAYET:

Said ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbas’ın Yanında bulunduk: O şöyle dedi: Bana Ubeyy İbn Ka’b tahdis edip şöyle dedi: Resûlullah : “ Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı” (el-Kehf 79). “Verâehum (=Arkalarında)” sözünü “ Emenehum melikun” (= Önlerinde bir melik vardır ) şeklinde okumuştur.

[Buhari, Şartlar 15 (Kitabu’ş-şurut 54/15 )]

RİVAYETİN TENKİDİ:
Yukarıdaki hadis tenkitlerini tekrarlamak istemiyorum, bu hadis rivayetleriyle de Kur’an’da geçen (18/79) “Verâehum” (=Arkalarında) kelimesinin “Emenehum” (=Önlerinde) şeklinde olduğu ifade edilerek yine Kur’an’da tahrifat olduğu iddia edilmiştir. Böylece elde ki mevcut Kuran’ın orijinal olmadığı iddia edilmek suretiyle insanların zihinlerinde şüphe meydana getirilmek istendiği açıktır. Böyle bir iddia Kur’an’ın Allah tarafından korunmamış olduğunu ve dolayısıyla da Kur’an’ı inkâr etmek anlamına gelmektedir.

RİVAYETLER:

1-Ubey İbnu Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre, Resûlullah (s.a.v.) kendisine: “Allah, sana Kur’an okumamı emretti” demiş ve Lem yekunullezine kefere’yu ve bu sureden olmak üzere şunu okumuştu: “Allah indindeki din muvahhid İslam dinidir, ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik nede Mecusilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zayi olmayacaktır”. Ubey İbnu Ka’b: “ Bana şunu da okudu” dedi: “Âdemoğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkinciyi de elde etse üçüncüsünü de arar. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder.”

[Tırmizi, Menakıp, 65 (3898); Hanbel, Müsned, 20257 ]

2-Ebû'I - Esved şöyle demiş: Ebû Mûsâ El - Eş'arî Basra'hların hafızlarına haber gönderdi. Bunun üzerine Kur’an - ı Kerim'i iyi okuyan üç yüz hafız (gelerek) onun yanına girdiler. Ebû Mûsâ (onlara): Sizler Basralıların en iyileri ve hafızlarısınız. Kur’an’ı tilâvet edin. Sakın (Kuran okumadan) üzerinizden uzun zaman geçmesin. Sonra sizden öncekilerin kalpleri gibi sizin de kalpleriniz katılaşır. Biz (vaktiyle) bir sure okurduk. Onu gerek uzunluk; gerekse şiddet hususunda Berâe suresine benzetirdik. Sonra o sure bana unutturuldu. Yalnız ben, ondan şunları ezberimde tutabildim:
(Âdemoğlunun iki vadi dolu malı olsa, mutlaka bir üçüncüsünü daha isterdi. Âdemoğlunun karnını ancak toprak doldurur.)

Bir sûre daha okurduk, onu müsebbihât denilen sûrelerden birine benzetirdik. Bana o da unutturuldu. Ancak o sûreden şu âyet ezberimdedir:
(Ey îmân edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Sonra bunlar boyunlarınıza bir şahadet olarak yazılır da, kıyamet gününde onlardan mes'ül olursunuz.)

[Müslim, Zekat 119- (1050) ]

3-Bana Züheyr b. Harb ile Hârûn b. Abdillâh rivayet ettiler. (Dediler ki): Bize Haccâc b. Muhammed, İbni Cüreyc'den ri­vayet etti; demiş ki: Atâ'yi şöyle derken işittim: Ben, İbni Abbâs'ı şunları söylerken dinledim: Resûlüllah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)
«Adem oğlunun bir vâdî dolusu malı olsa, bir misli daha olmasını İsterdi. Adem oğlunun nefsin» ancak toprak doldurur. Ama Allah, tevbe edenin tevbesini kabuI eder.» buyururken işittim.

İbni Abbâs: «Bunun Kur'ari'dan olup olmadığım bilmiyorum.» demiş.
Züheyr'in rivayetinde râvî: «Bu Kur'ân'dan mıdır, değil midir, bil­miyorum...» şeklinde rivayet etmiş; îbni Abbâs'ı zikretmemiştir…

[Müslim, Zekat ( 118- (1049) ); Buhârî, Rikâk 10(24,25,26,27) ]

RİVAYETLERİN TENKİDİ:

Değişik kaynaklarda geçen ve birbirine benzeyen bu rivayetler kendi içinde bile birçok yönden tutarsızdır. Görüldüğü gibi söz konusu iddiaya göre peygamberimizin okuduğu Beyyine suresinden günümüz de ki Mushaflarda “Âdemoğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkinciyi de elde etse üçüncüsünü de arar. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder.”  Ayetleri yok olmuştur. Demek oluyor ki bu ayetler Kur’an’dan çıkarılmış yani Kur’an tahrif edilmiş. Bir sonra ki rivayette ise ayet olduğu iddia edilen bu cümlelerin Berae yani Tevbe suresine benzeyen bir sureden olduğu ama unutturulduğu geçmektedir. O halde bu ayetler Beyyine suresine mi aittir yoksa ismi bile unutturulan bir sureye mi? Hemen devamında musebbihat surelerine benzeyen bir süreninde unutturulduğu ondan da aklında birkaç ayet kaldığı rivayet edilmektedir. İnsanın aklına acaba unutturulan kaç sure daha var, bunlardan akıllarda kalan ayetler hangileri, unutturulduğu halde akıllarda kalan bu ayetlerden sorumlu muyuz? Bunlar Kur’an’a yazdırıldı mı yazdırılmadı mı? 
Bu türden hadis rivayetlerini kurtarmak için başvurulan yol ise bu ayetlerin nesh edildiği rivayette olduğu gibi unutturulduğu iddiasıdır. Unutturulan bir şeyin hafızalardan silinmesi gerekir, hem unutturulup hemde bağlamından koparılan bir takım ayetlerin hatırlanmasının anlamı ne? Ebu Musa El-Eşari rivayette “ Sonra o sure bana unutturuldu.” Diyor acaba diğer sahabelere de aynı surenin aynı yerleri mi unutturuldu yoksa onlar farklı ayetleride hatırlıyorlar mı? Daha buna benzer Kur’an üzerinde şüphe uyandıracak birçok soru sorulabilir. İşte amaç ta bu zaten Kur’an üzerinde şüphe oluşturmak, Kur’an’ın güvenilirliğini sarsmak. Bu türden rivayetler güvenilir kabul edilen hadis kitaplarına nasıl girmiştir, anlam vermek gerçekten zor ama asıl anlaşılmaz olan ise bu rivayetlerin kabul görmesi ve dokunulmaz alan ilan edilmesidir.

RİVAYET:

Hz. Ayşe’nin azatlısı Ebu Yunus şöyle demiştir:
“Ayşe (r. a) kendisi için bir Mushaf yazmamı emretti ve “ Namazları, orta namazı da koruyun” (2:238) ayetine gelince bana haber ver dedi. Ben de o ayete varınca kendisine haber verdim. Bana o ayeti “Namazları, orta namazı ve ikindi namazını koruyun…” şeklinde yazdırdı. Sonra da: “ Ben bunu Resûlullah s.a.v. den bu şekilde duydum ” dedi.

[Müslim, Mesacid 207. (629); Ebu Davud, Salat 5, (410); Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2986); Nesai, Salat 6, (1, 236); Muvatta, Salat 25, (1, 138-139)]

RİVAYETİN TENKİDİ:

Bu ve bunun gibi aşağıda birçok örneğini vereceğimiz uydurma rivayetlerle, Rabbimizin “ için de hiçbir şüphe yoktur “ dediği kitabı Kuran-ı Kerim üzerinde şaibe oluşturularak, Kuran’da tahrifat yapıldığı iddia edilmektedir. Zira bahsi geçen ayette elimizde ki Mushaflarda ikindi ifadesi mevcut değildir.

Hz. Aişe’nin rivayetine göre Hz. Peygamber bu ayetleri okurken ikindi kelimesiyle birlikte okuduğuna göre, Hz. Peygamber neden ayetleri yazdırırken ikindi kelimesini de yazdırmadı.

“ Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.” Hakka Suresi 44/47

Ayetten de anlaşılacağı gibi Hz. Peygamber Allah’tan aldığı vahiyde kendince en küçük bir değişiklik yapmaya kalksaydı yani ekleme ya da çıkarmada bulunsaydı Allah’ın bu tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı. Bu ayetten anlaşılan Hz. Peygamber tarafından Kur’an’a en küçük bir müdahale olmadığıdır. Kur’an’da buna benzer başka ayetlerinde olduğu unutulmamalıdır. Yani Cebrail peygambere vahiy olarak ne getirdi ise peygamber kâtiplerine onu yazdırmak zorundadır; ne bir eksik ne bir fazla.

Öyleyse Hz. Aişe’nin Hz. Peygamberin Bakara suresinin 238. Ayetini farklı okuduğunu nasıl anlamalıyız. Bu durum hadise konu olduğuna göre anlaşılan bu kelime o günkü Mushaf’ta da geçmemektedir ki Hz. Aişe azatlısı Ebu Yunus’a bu sözleri söylemektedir. Peygamber Kur’an’a ekleme ve çıkarma yapamayacağına göre buradan anladığımız aslında peygamber Bakara suresi 238. Ayeti okuduğu gibi yazdırdı ama sonradan bu kelime insanlar tarafından çıkarıldı ya da Allah tarafından unutturuldu.

Unutturuldu ise Hz. Aişe nasıl hatırlıyor, ya da unutturulan bir şeyi tekrar Kur’an’a yazdırması ne kadar doğru bu Kur’an’ı tahrif etmek değil midir?  Diğer dinlerin kitapları tahrif edilmiş diyerek onları eleştirip sonra da rivayetleri koruma güdüsü ile atalarının dinini koruma adına taklidi savunup, akıllarını kiraya verenlerin tutarsızlığı ortadadır. Bunların Hz. Muhammed’in yolundan gittikleri söylenebilir mi?

Her ikisi de Kur’an’a olan itimadı sarsmak, zihinleri bulandırmak ve içinde hiçbir şüphe olmayan Kur’an’a şüphe düşürmek için yeterlidir. Bu ve bunun benzeri aşağıda ki pek çok rivayet Kur’an’ın korunmadığı ile ilgili zihinlerde soru işaretleri oluşturarak birçok kesime malzeme verip İslam’a zarar vermektedir.

“ Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.” Hicr suresi 9 buyuruyor, Yüce Allah. Bu ayet Kur’an’da dururken hala bu rivayetlerden beslenenler hem Kur’an’ı hem de akıl nimetini inkâr etmektedirler.

RİVAYET:
Bi’ri Maûne’de öldürülenlerle ilgili indiği iddia edilen “Halkımıza bildirin ki biz Rabbimize kavuştuk, O bizden razı oldu, biz de ondan” anlamındaki âyet uzun süre okunduktan sonra neshedildi.
 (Buhari, cihad, 9, meğazi, 28; Müslim, mesacid, 54, hadis no, 297)
RİVAYETİN TENKİDİ :
Bu da yukarıda ki pek çok rivayet gibi hem nesh edilen unutturulan ama ne hikmetse yine de hatırlanan ayetlerden. Rabbimiz şehit olan bu sahabelerle ilgili ayeti neden nesh etti acaba? Bu nesh edilen ayetler Yasin suresinde 20-27 ayetler arasında anlatılan ve şehrin öbür ucundan koşarak gelen kişiyi hatırlatıyor, oradan esinlenilmiş olabilir mi acaba?
“Denildi ki: Gir cennete. Ne olurdu dedi, kavmim de bilseydi.”
                                                                                Yasin 26
RİVAYET:
Ömer b. Hattâb (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Hişâm b. Hakîm b. Hizam’a uğradım. Resûlullah (s.a.v.)’in hayatta olduğu bir dönemde idi. Namazında Furkan sûresini okumakta idi. Okuduğunu dinledim, bir de ne göreyim. Resûlullah (s.a.v.)’in bana okutup öğretmediği değişik şekilde okuyordu, az kalsın namazda üzerine atılacaktım ama selam verinceye kadar bekledim. Selam verince elbisesinden tuttum ve bu okuduğun sûreyi bu şekilde sana kim öğretti dedim. Resûlullah (s.a.v.), okutup öğretti dedi. Ben de yanılıyorsun dedim. Vallahi Resûlullah (s.a.v.) bu sûreyi bizzat kendisi bana okuttu fakat senin okuduğun gibi değildi. Sonra onu çekip Resûlullah (s.a.v.)’in yanına götürdüm ve şöyle dedim: Ey Allah’ın Resûlü! Bu kimsenin Furkan sûresini bana öğretmediğiniz şekillerde okuduğunu işittim. Furkan suresini bana okutup öğreten de sizsiniz. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.): “Ey Ömer! Onun yakasını bırak!” dedi. Hişâm’a da: “Oku bakalım!” dedi. Hişâm benim duyduğum şekilde okuyuşunu orada tekrar etti. Peygamber: (s.a.v.) “İşte böylece indirilmiştir!” buyurdu. Sonra Peygamber (s.a.v.) bana: “Oku Ey Ömer!” dedi. Resûlullah (s.a.v.)’in bana öğrettiği şekilde ben de okudum. Yine Resûlullah (s.a.v.): “İşte bu sûre böylece indi.” buyurdular. Sonra Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Kuran; yedi okuyuş şekliyle indirilmiştir. Siz bunlardan kolayınıza geleni okuyunuz.”

[Buhârî, Husumat: 27; Müslim, Salat-ül Müsafirin, 17;Tırmizi okuyuş farklılıkları 11- 2943 ]

RİVAYETİN TENKİDİ:

Söz konusu rivayetin farklı bir versiyonunun son kısmı  “Kuran; yedi harf üzere indirilmiştir. Siz bunlardan kolayınıza geleni okuyunuz.” Şeklindedir. Bu yedi okuyuş ve yedi harf üzerine o kadar çok yorum yapılmış ki. Kur’an’ın indiği dönemde ki 7 arap kabilesinin lehçesidir, her ayetin 7 ayrı anlamı vardır, 7 iklime benzetilerek tüm insanlığa geldiği kast edilmiştir; gibi birçok yorum yapılmış. Ancak rivayet okunduğunda bu yorumların hiç biriyle örtüşmüyor. Mesele Furkan Suresi’nin 2 farklı şekilde okunması ve buna Hz. Ömer’in çok sinirlenmesi. Bir metinin Hz. Ömer’in tabiri ile Resûlullah (s.a.v.)’in bana okutup öğretmediği değişik şekilde okuyordu ifadesinde olduğu gibi 2 farklı şekilde okuması nasıl olur. Burada ki kasıt lafzın farklı okunmasıdır. Lafzın farklı okunması demek ortada iki ayrı metin var demektir.  O halde Peygamberin deyişi ile “ “Kuran; yedi okuyuş şekliyle indirilmiştir. Siz bunlardan kolayınıza geleni okuyunuz.” ifadesinden Kur’an’ın yedi ayrı metni olduğunu anlamamız gerekmektedir. Peki bu diğer metinler nerededir, bilen var mıdır acaba.

RİVAYET:

Hz. Aişe’nin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Hz. Peygamber mescidde bir adamın Kur’ân okuduğunu duyunca şöyle dedi: ‘Allah Ona rahmet etsin. O, bana düşürdüğüm (veya unutturulmuş olduğum) şu şu âyetleri hatırlattı.”

(Buhâri, Sahih, Fedâilü’l-Kur’ân, 26; Müslim, Sâhih, Fedâilü’l-Kur’ân, 2)

RİVAYETİN TENKİTİ:

Hz. Peygamberin unuttuğu bir ayeti, başka biri okuyarak ona hatırlatıyor. İnsanın ya hatırlatmasaydı ne olacaktı o ayetlerden mahrum mu kalacaktık diyesi geliyor. Allah’ın dini asla tesadüflere bağlı olamaz…


Hülasa …

Rivayetler daha o kadar çok ki, yeterince bu konuya değindiğimizi düşünüyoruz. Genellikle Kütüb-i Sitte ve özellikle Buhari ve Müslim’deki rivayetlere değinmeye çalıştık. Diğer kaynaklarda bu konuyla ve başka konularla ilgili o kadar çok insanı dinden soğutacak derecede Kur’an’a, akla, bilime, ahlaka aykırı hatta kendi içlerinde bile tutarsız rivayetler var ki onlara da değinmeye kalksak yazımızın sonu gelmez.
Bu uydurma dinciler her yerde aynı, şia kaynaklarında da gerek Hz. Ali ve Ehli Beyt gerekse diğer konularla ilgili o kadar çok uydurma rivayet var ki Şii’lerin bir numaralı hadis kitabı yani Sahihi Buhari’leri denebilecek El Kafi’den birkaç örnekle bu konuyu bitiriyoruz.

RİVAYETLER:

İmam Cafer: “Cebrail’in Muhammed’e (as) getirdiği Kuran 17000 ayetti.” dedi [1]
 
El Kafi’de 5’inci imamları Muhammet Bakır’a dayandırılan bir hadise göre (7:172) ayetinin hepimizin bildiğinden çok daha farklı bir şekilde indirilmiş, ancak Emevilerin onu değiştirmiş olduğu ileri sürülmektedir: “Allah Ademoğullarından, zürriyetlerini bellerinden çıkardı ve onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz Muhammed de elçim ve Ali de Müminlerin Emiri değil mi? dedi.” [3]

Ebu Cafer (5. imam Muhammet) şöyle buyurdu: “İnsanlardan kim Kuran-ı Kerim in ilk indirildiği gibi tam olduğunu söylerse yalan söylemiştir. Allah onu indirdiği gibi toplayıp korumadı tabi Ali bin Ebi Talib, İmamlar ve ondan sonra gelenler müstesna”[4]

Yine el-Kafi’de Ebu Abdullah’tan (6. imam Cafer) gelen hadiste: (33:71) “…Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, büyük bir kurtuluşa erer.” ayetini tamamen değiştirmişlerdir.
“Ali’nin ve Ondan sonraki imamların velayetinde kim Allah’a ve elçisine itaat ederse büyük bir kurtuluşa erer.” İmam Cafer: “Bu ayet aynen bu şekilde indirildi.” dedi. [5]

"Cibril Muhammed’e (as) (2:90) ayetini söyle indirdi: “Ali’ye Allahın indirdiklerini kıskanarak inkâr etmekle kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür.[6]

Eğer kulumuz Ali’ye indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, onun benzeri bir sure meydana getirin.[7] [8]

 Cibril Muhammed (s.a.v) e bu ayeti su şekilde indirdi: “Ey kendilerine kitap verilenler, …Ali’ye indirdiğimiz apaçık nura iman edin!” [9] [10]

Ebu Basir, Ebu Abdullah (Cafer Sadık)’dan şöyle rivâyet etmiştir: “İsteyen biri, inecek azabı istedi. Ali’nin velayetini inkâr edenler içindir, onu hiç bir savacak da yoktur!” ve sonra dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki Cibril bu ayeti Muhammed’e bu şekilde indirdi” [11] [12]

[1] Kuleyni, El-Kafi, c.4 s.446
[3] El-Kâfi, c.1, s. 412
[4] Kuleyni, El-Kâfi, 228/1
[5] Kuleyni, El-kâfi, 414/1; El Kummi, 206/4
[6] Kuleyni, El-kâfi, 417/1
[7] Kuleyni, El-Kâfi, 417/1
[8] Tahrif ettikleri ayet (2:23) ayetidir.
[9] Kuleyni, El-Kâfi, 417/1
[10] Tahrif ettikleri (4:47) ayetidir.
[11] Kuleyni, El-Kâfi, c.1 hadis no:1127
[12] Değiştirmeye çabalayıp ancak hüsranlarını arttıran ayet (70:1-2) ayetleridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder