12 Haziran 2018 Salı

Duha Suresi Tefsiri

Mehmet OKUYAN

1-3. ÂYETLER:
وَالضُّحٰىۙ ﴿1﴾ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ ﴿2﴾
مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ ﴿3﴾
1-3. Kuşluk gibi aydınlık gündüze ve karanlığı çöken geceye yemin olsun ki, Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı.”
Kur’ân’da çeşitli âyetlerde yemin ifadeleri kullanılmaktadır. Duhâ sûresi de bunlardan biridir. Kur’ân’da yeminlerin bulunma gerekçeleri, nasıl ve nelere yemin edildiği gibi konularda geniş açıklamalarımızı Kıyâmet 75/1’de yapacağız. Bu nedenle burada sadece yeminlerin gerekçeleri hakkında kısa bilgiler vermekle yetineceğiz.

a) Kur’ân’da Yemin İfadesi Bulunma Nedenleri

Yeminler konusundaki detaylı bilgiyi Kıyâmet sûresinin ilk âyetinde vermeye çalışacağız. Burada kısaca bazı hatırlatmalar yaparak yetinmek istiyoruz.
  1. Yemin ifadeleri, sûrelerin başında olabildiği gibi, aradaki âyetlerde de yer almışlardır. Tek varlığa yemin edilebildiği gibi, birbiri ardına birden çok varlığa da yemin söz konusu olabilmektedir.
  2. Kur’ân’da yemin ifadelerinin bulunma gerekçeleri, “Araplar’da böyle bir geleneğin bulunması”, “yemin edilen varlığın önemi” ve “konunun ciddiyetine vurgu yapılması” olarak belirlenebilir. Bu açıdan bakıldığında yemin ifadeleri, ilgili varlıkların şahitliğine müracaat edileceğini göstermektedir. Çünkü bir varlığa yemin etmek, aynı zamanda o varlığın şahitliğini söz konusu etmektir.
  3. Kendilerine yemin edilerek ilgili varlıkların önemi de ortaya konulmaktadır. Yemin edilen varlıklarla yeminlerin peşinden gelen mesajın anlam ilişkisini bulmak gerekir. Yemin edilen varlıklar eğer birden fazla ise, hem bu varlıklar arasındaki, hem de yeminlerle sonrası arasındaki anlam bağını unutmamak gerekir. Aksi takdirde, yeminle diğer mesajların arası kopuk olur ve anlam bütünlüğü sağlanamayabilir.
  4. Bu hususlara ilaveten, Kur’ân’da yeminlerin asıl bulunma nedeni, öncelikle yeminden sonraki ilk cümlenin, ardından bütünüyle konuların önemine vurgu yapmak ve mesaja dikkat çekmektir.
  5. Tabiat kitabından verilen yemin örneklerinde ise diğer gerekçelerin yanında şu maksat da görülmelidir: Tabiattaki varlıklar çeşitli dersler ve ibretler içermektedir. İnsanlar bu varlıkları incelemeli, büyük kudretin önünde eğilmeli ve ilâhî mesajlara gönül vererek onları hayatın vazgeçilmezi yapmalıdırlar.
  6. Yemin ifadelerine “ilgili varlığa yemin ediyorum” tercümesi yapılabildiği gibi, “söz konusu varlıklara dikkat ediniz”, “onların şahitliğine kulak veriniz” veya “onların ibret oluşlarını unutmayınız” şeklinde de anlam verilebilir. Diğer pek çok örnekte olduğu gibi, sûrelerin ve dolayısıyla âyetlerin başındaki yemin ifadelerinin, ilgili şeylere, varlık gayelerine ve özelliklerine dikkat çekmek için söz konusu edildiğini söylemek durumundayız.
  7. Yemin ifadelerinde bu sûrede de olduğu gibi, genellikle ilgili kelimelerin başına “kasem/yemin” edatı olarak vâv harfi getirilir. Bazen tellâhi “Allah’a yemin olsun ki” şeklinde yemin örneklerine de rastlanmaktadır.[1] Ayrıca lâ uksimu “yemin ediyorum” cümlesi de Kur’ân’da yemin ifadeleri arasında yer almakta ve toplam sekiz yerde geçmektedir.[2] Bu ifadenin anlam çeşitliliği hakkında da kıyâmet sûresinin ilk âyetinde açıklama yapacağız.

b) Gündüz ve Geceye Yemin

Kur’ân’da yemin ifadelerinin bulunma nedenini bu şekilde ifade ettikten sonra şimdi de Duhâ sûresindeki yeminlere değinmek istiyoruz.
وَالضُّحٰىۙ وَالَّيْلِ اِذَا سَجٰىۙ “Kuşluk gibi aydınlık gündüze ve karanlığı çöken geceye yemin olsun.” Buradakiالضُّحٰىۙ ed-duhâ kelimesi “kuşluk, gündüz, günün aydınlığı”, الَّيْلِ el-leyl sözcüğü “gece, karanlık”, سَجٰىۙ secâ fiili ise “bastırmak, çökmek, sakinleşmek” demektir.
  1. İlk âyetteki ed-duhâ kelimesi, hem Güneş’in en etkili ve en parlak olarak dünyaya ilk vurduğu kuşluk vaktini, hem de bütünüyle gündüzü ifade etmektedir. Buna uygun olarak ikinci âyet de hem yatsının karanlığını, hem de bütün geceyi ifade edebilir. Her iki durumda da bu yemin ifadeleri, bütünüyle ışığı ve karanlığı şahit kılmaktadır. Bu âyetler “gündüzün ışığına, bütünüyle güne, bastırdığında geceye dikkat ediniz, geçip gitmekte olan zamana dikkat ediniz, onların şahitliğini unutmayınız” şeklinde de anlaşılabilir. Böylece Yüce Allah, bütün zamanlara yemin ederek, onları insanların şahidi kılacağını ilan etmekte ve geçip giden zamanın kıymetini bilmesi gerektiğini insanlara özellikle hatırlatmak istemektedir.
  2. Âyetteki سَجٰىۙ secâ fiilinin “sakinleşmek” anlamından[3] ve baştaki vâv harfinin tafsîliyye/açıklayıcılık anlamından hareketle şu açılımı yapmak mümkündür: Karanlığın sakinleşmesi, onun artık bitim noktasına yaklaşması demektir. Böylece vahyin insanlıkla buluşturulduğu dönemler, onların aydınlıkla tanıştırıldığı dönemlerdir.
Cehâlet ve şirk karanlığının bitip vahyin aydınlığının başlamakta olduğu bu şekilde ortaya konulmuş olur. Bu doğrultuda, her iki âyetin birlikte mesajı şöyle olur: “Cehâlet ve şirk karanlıklarının temsil ettiği gecenin bitişinin yaklaşmasına vesile olan Kur’ân aydınlığına yemin olsun.”[4]

c) Yüce Allah Kulunu Terk Eder mi?

Yüce Allah, yeminlerden sonra gelen bu ilk cümleyi dile getirerek yeminin gerekçesini ortaya koymaktadır. Allah kulunu terk eder mi? İşte cevap:
مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلٰىۜ “Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı.” Âyetteki وَدَّعَ vedde‘a fiili “veda etmek, terk etmek”, قَلٰىۜ kalâ fiili ise “darılmak” demektir.
Bu âyette Yüce Allah’ın, vahyin daha yeni başladığı dönemlerde de Hz. Peygamber’i terk etmediği ve ona darılmadığı ifade edilmektedir. Sanıldığı gibi, peygamberliğinin ilk dönemlerinde iki veya üç yıl gibi uzun süre vahyin kesildiği iddiası doğru olamaz. Çünkü henüz ilk günlerin yaşandığı bu muhteşem görevde, muhataplar sayıca çok azdı ve kurulu bir inanç sistemi de henüz oluşturulmamıştı. Böyle, işin çok başındayken uzun süreli kesintilerin yaşandığı iddialarına temkinli yaklaşmak gerekir.
Âyette vurgulanan husus, kısa bir süre vahiy alamayan Hz. Peygamber’in, çevresindeki düşmanları tarafından “Rabbi onu terk etti, onu unuttu” şeklindeki rahatsız edici ifadelerine Yüce Allah’ın cevap vermesidir. Rabbi onu ne terk etti, ne de ona darıldı.
Âyetteki رَبُّكَ rabbüke kelimesi, Hz. Peygamber’in sahipsiz bırakılmadığını, onu koruyup gözeten varlığın Yüce Allah olduğunu kendisine hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmada muhatap öncelikle Hz. Peygamber, sonra çevresindeki müminler, ardından terk iddiasının sahibi müşrikler ve daha geniş bir bakışla bütün insanlıktır.
Yüce Allah, O’na yönelen ve güvenen Peygamberini terk etmediği gibi, zorda olan müminleri de hiçbir zaman terk etmeyecektir. Talâk 65/3’e göre, Allah’a güvenenlere Allah yeter. Yüce Allah, kul istemediği sürece onu terk etmez; kul hata yapsa da kulunun hatasından dönmesini ve O’na yönelmesini ister. Bu anlamda merhametin kaynağı olan Rabbimiz, bizden daima O’na yönelmemizi istemektedir.

4-5. ÂYETLER:
وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ ﴿4﴾
وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ ﴿5﴾
4. Muhakkak ki (Peygamberliğin) sonraki dönemi, senin için ilk döneminden daha iyi olacaktır. 5. (Bu çerçevede) Rabbin, bir süre sonra sana çeşitli imkanlar bahşedecek ve sen mutlu olacaksın.”
Yüce Allah, yeminlerden sonraki bu âyetlerde özelde Hz. Peygamber’i, genelde bütün müminleri içerecek şekilde bir motivasyona daha yer vermekte, kulunu terk etmemesi bir yana, onu başarıya ulaştıracağını müjdelemektedir.

a) Hayırlı İşlerin Başı Sonu Nasıl Olur?

Hz. Peygamber, risâletin ilk dönemlerinde çeşitli sıkıntılarla karşılaşmıştı. Bu sıkıntıların en önemlisi, çevredekilerin ona inanmaması, yani hakikatleri yalanlamalarıydı. Bu nedenle Hz. Peygamber’in morali çok bozuluyordu. İşte, şimdi ele alacağımız âyetlerde Hz. Peygamber motive edilmektedir.
وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ “Muhakkak ki (Peygamberliğin) sonraki dönemi, senin için ilk döneminden daha iyi olacaktır.” Âyetteki el-âhıret ve el-ûlâ kelimeleri nedeniyle bu âyete dört değişik yorum getirilebilir:
  1. “Âhiret, senin için dünyadan daha hayırlıdır.”
  2. “Peygamberlik dönemi, senin için hayatının peygamberlik öncesi döneminden daha hayırlıdır.”
  3. “Peygamberliğinin sonraki dönemi, senin için ilk dönemden daha hayırlı olacaktır.”
  4. “Doğru bir işin sonu, başlangıcından daha hayırlı olur.”
Kelime seçiminden kaynaklanan birbirinden farklı bu ihtimalleri mesajları açısından da değerlendirmeye tabi tutarak şöyle değerlendirebiliriz:
  1. a) Dört değişik anlam verdiğimiz bu 4. âyet, aslında ilk muhatap olarak Hz. Peygamber’e yönelik bir hitaptır. Bu nedenle, âyeti öncelikle bu doğrultuda anlamak gerekir. Ancak genellikle tercih edilen ilk anlam, yani “âhiretin dünyadan hayırlı oluşu”, görevine yeni başlamış bir peygamberin ilgisini dünyadan âhirete çevirmesine neden olabilirdi.
Görev yeri olarak belirlenen bu dünyanın, aslında hayırlı bir yer olmadığı, asıl hedefin âhiret olması gerektiği şeklindeki bir anlam, elbette tamamen yanlış değildir. Fakat göreve yeni başlayınca muhatabı yüreklendirmek, onu motive etmek ve onun moralini yüksek tutucu cümleler söylemek daha etkilidir. Zaten kastedilen anlam bu olsaydı, el-ûlâ kelimesi yerine, kafiyesi de uygun olan ed-dünyâ sözcüğü kullanılırdı. Bu nedenle mesajı âhiretle ilgili anlamak, daha sonraki tercihler arasında yer alabilmelidir.
  1. b) Yüce Allah’ın, bu âyetteki el-âhiret kelimesinin karşılığını el-ûlâ olarak belirlemiş olması, âyete farklı yorumlar getirebilmemizin yolunu açmaktadır. Buradan hareketle, âyetteki el-âhiret kelimesini “peygamberlik” dönemi, el-ûlâkelimesini de “peygamberlik öncesi dönem” olarak kabul edebiliriz. Bu anlam, diğerine göre daha doğru ve önceliklidir.
  2. c) Aynı noktadan hareketle el-âhiret kelimesini “sonrası”, el-ûlâ kelimesini “ilki, başı” şeklinde de anlayabiliriz. Bu durumda, âyetin anlamı şöyle olur: “Peygamberliğin sonraki dönemi, yani Medine dönemi, ilk döneminden, yani Mekke döneminden daha hayırlı, daha rahat ve daha verimli olacaktır.” Risâlet görevi gün geçtikçe daha başarılı sonuçların alınmasına sahne olacak ve inananlar daha huzurlu günler yaşayacaklardır. Sıkıntılı günler, yerini rahat günlere terk edecektir.
  3. d) Konuyu Hz. Peygamber’le ilişkilendirdiğimizde, bu üç anlam söz konusu olur. Âyetin diğer müminlere de, bugünün ve yarınların insanına da elbette bir mesajı vardır. Bu durumda, âyete verdiğimiz dördüncü anlam devreye girer. Evet, doğru işlerde zaman zaman sıkıntılarla karşılaşıp morallerin bozulması, şevk ve heyecanın zedelenmesi söz konusu olabilir. İşte bu âyette, her iyi, doğru ve faydalı işin, sonunda mutlaka hayırla tamamlanacağı müjdesi verilmektedir.
Üçüncü âyete verdiğimiz güncel manayı bu âyete taşıyıp şunu belirtebiliriz: Allah, kulunu terk etmez; onu doğru işlerinde destekleyip sonunda başarıya ulaştırır ve mutlu eder. Zorluk ve sıkıntılar, iyi işlerin engeli değil, başarının habercisi olmalıdır. Hastalar da önce, kendilerine acı gelen ilacı içerler. Ama sonra, Allah’ın izniyle şifa bulurlar.
Bakara 2/216. âyete göre, bazen insanların hayır sandığı şeyler şer, şer sandığı şeyler ise hayır olabilir. Bu nedenle Allah’ın hayırlı dediği şey hayırlıdır ve O, hayırlı işlerin sonunu daha da hayırlı kılacaktır.

b) Yüce Allah’ın Nimet Vermesi

Moral depolayıcı ilk cümleden sonra Yüce Allah, bu defa yakında çeşitli ikramları olacağı haberini vererek, morallerin daha da yükselmesini sağlamaktadır.
وَلَسَوْفَ يُعْط۪يكَ رَبُّكَ فَتَرْضٰىۜ “Rabbin, bir süre sonra sana çeşitli imkânlar bahşedecek ve sen mutlu olacaksın.” Âyetteki يُعْط۪ي yu‘tîfiili “vermek”, تَرْضٰىۜterdâ fiili ise “memnun olmak” demektir.
Âyetteki rabbüke kelimesiyle, Hz. Peygamber’in sahipsiz olmadığı ifade edildiği gibi, onun da bir kul olduğu kendisine daima hatırlatılmaktadır. Burada sözü edilen ikram ve memnuniyeti âhiretle ilişkilendirip maksadın cennet, makam-ı mahmûd, şefaat yetkisi vs. olduğunu söyleyenler olmuştur. Ancak bizce maksat, bu dünya ile ve Hz. Peygamber’in risâlet göreviyle ilgilidir. Peygamberlik görevinin ileriki dönemlerinde, yani Medine’de kendisine çeşitli destekler verilecekti ve bunlar Hz. Peygamber’i de müminleri de memnun edecekti.
İnsan, hayırlı işlerinde bu tür destekleri göreceğini bilmeli, inandığı Yüce Allah’a aynı zamanda güvenmek zorunda olduğunu da hatırından çıkarmamalıdır. 4. âyette belirtilen daha hayırlı oluş, bir taraftan hak ve hakikat adına daha iyiyi ifade ederken, diğer taraftan bunun çeşitli maddî desteklerle şekilleneceğini göstermektedir.
Bu âyetten şöyle bir sonuç daha çıkartılabilir: Yüce Allah’ın verdiği her şey insanı memnun edecek niteliktedir. O veriyorsa doğru ve memnun ediciyi veriyor demektir. O’ndan gelen her şeye rıza göstermek ve teslim olmak gerekir. Allah’ın bize verdiği her türlü nimet aslında birer emanettir. Emanete hıyanet, emaneti de gönderenini de ciddiye almamaktır. Hıyanet içeren bir davranış ise Müslümana yakışmaz.

6-8. ÂYETLER:
اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ ﴿6﴾ وَوَجَدَكَ ضَآلًّا فَهَدٰىۖ ﴿7﴾
وَوَجَدَكَ عَآئِلًا فَاَغْنٰىۜ ﴿8﴾
6-8. Nitekim seni yetim bulup barınmanı sağlamadı mı? Şaşkın bir haldeyken seni doğru yola O iletmişti. İhtiyaçlıyken seni O zengin etmişti.”
Hayırlı işlerin başarıya ulaşacağı ve çeşitli nimetlerin de bahşedileceği bilgisinden sonra Yüce Allah, geçmişte Hz. Peygamber’e verdiği bazı nimetleri hatırlatmaktadır.

a) Hz. Peygamber’e Verilen Bazı Nimetler

Önceki iki âyette motive edilmeye çalışılan Hz. Peygamber için, risâlet öncesi döneme ait üç olay gündeme getirilmektedir.
ı. Yetimken Barındırıldı
اَلَمْ يَجِدْكَ يَت۪يمًا فَاٰوٰىۖ “Nitekim seni yetim bulup barınmanı sağlamadı mı?” Âyetteki يَجِدْ yecid fiili “bulmak”, يَت۪يمًا yetîm kelimesi “yetim”, اٰوٰىۖ âvâ fiili ise “barındırmak” demektir.
Yüce Allah, Hz. Peygamber’e, peygamberlik öncesi hayatında sunduğu nimetleri, çocukluk döneminden bir örnekle hatırlatmaya başlamaktadır. Bilindiği üzere Hz. Peygamber henüz doğmadan babasını, 6 yaşındayken annesini, 8 yaşındayken de dedesini kaybetmiş ve yetim kalmıştı. Onun yetimliği, kendisine hissettirilmeyecek şekilde Yüce Allah’ın yardımıyla bakıma dönüştürülmüş, barınması ve kendisine sahip çıkılması sağlanmıştı.
Hz. Peygamber’e, risâlet görevinin ilk yıllarında karşılaşılan sıkıntılardan dolayı yılmaması öğütlenirken, Yüce Allah’ın ona yardım edeceği dolaylı olarak kendisine bildirilmiş olmaktadır. İşte bu bilgilendirilme, daha önceden verilen bazı nimetlerin hatırlatılması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Bu arada, bütün yetimlere aynı şekilde sahip çıkılmasının yolu gösterilmekte, 9. âyette değineceğimiz üzere, yetimlerle ilgilenmenin önemi başka âyetlerde de açıkça vurgulanmaktadır.
Yetimlik, sadece ana-babadan yoksun kalmayla sınırlı görülmemelidir. İnsan, sahip olması gereken herhangi bir şeyden yoksun ise, o insan o şeyin yetimidir. Sağlık, bilgi, ilgi, sevgi, şefkat, itibar, çevre, para, mal gibi değerlerden yoksun olanların, bu değerlerin yetimi olduğu unutulmamalıdır. İlgili konuda insanların ihtiyaçlarının doğru bir şekilde giderilmeye çalışılması, diğer fertlerin görevleri arasında yer almaktadır.
ıı. Şaşkınken Doğruya İletildi
وَوَجَدَكَ ضَآلًّا فَهَدٰىۖ “Şaşkın bir haldeyken seni doğru yola O iletmişti.” Âyetteki وَجَدَ vecede fiili “bulmak”, ضَآلًّا dâll kelimesi “şaşkın”, هَدٰىۖ hedâ fiili ise “rehberlik yapmak, yol göstermek” demektir.
Bu âyette sözü edilen şaşkınlık hali, Hz. Peygamber’in çocukluğunda Mekke’de gezerken yolunu şaşırması gibi çok basit bir olaya indirgenemez. Onun hayatında bundan çok daha önemli olaylar meydana gelmişken, meseleyi bir yol şaşırmayla açıklamak, basite kaçmak olur ve konunun ciddiyetiyle de bağdaşmaz.
Burada kastedilen şaşkınlık, Hz. Peygamber’in Mekke toplumunun ağır ahlaksız yapısından dolayı duyduğu kalbî sıkıntı ve daralmadır. Zaten İnşirâh sûresinde vurgulanan husus budur. Hz. Peygamber, gördüğü ahlaksızlıklar karşısında bir çözüm yolu bulamamaktan dolayı bunalmıştı. Çözüm bulma çerçevesinde “arayış” anlamına gelen Hira mağarasına doğru yol almıştı. Onun Hira yolculukları, bir taraftan ahlaksızlıklardan kaçış, diğer taraftan gerçeği arayış olarak görülmelidir. İşte Nebi (as)’ın şaşkınlıklardan kurtarılıp hakikat yoluna iletilmesi, peygamberlikle buluşturulması sayesinde gerçekleştirilmiştir. 5. âyette “verileceği” ve muhatabını memnun edeceğinden söz edilen “nimetler”den biri 7. âyetteki bu hatırlatma ile “güven”e dönüştürülmüştür.
Bu âyeti Hz. Peygamber özelinden alıp herkese ait bir yoruma tâbi tutacak olursak, şunu söyleyebiliriz: İnsanlar hayatlarında çeşitli sıkıntılar ve şaşkınlıklar yaşayabilirler. Onları bu durumdan çıkaracak bir varlığın daima var olduğu, yaşadıkları sorunlarla ilgili olarak cevap bulacakları bir makamdan yoksun bırakılmadıkları kendilerine öğretilmelidir. O yüce makamın, onların isteklerini karşılamaya muktedir olduğu, kendilerine özellikle bildirilmelidir. Sıkıntıda bulunan insanların çaresizlik içerisinde bırakılmadıkları veya çaresizliğe terk edilmedikleri, onların bir sahibinin bulunduğu insanların hafızalarına kazınmalıdır. Böylece yalnızlık ve terk edilmiş duygusundan kurtulan insan, daha bir güvenle hayatına devam etmeyi başaracaktır.
ııı. Fakirken Zenginleştirildi
وَوَجَدَكَ عَآئِلًا فَاَغْنٰىۜ “İhtiyaçlıyken seni O zengin etmişti.” Âyetteki عَآئِلًا ‘âil kelimesi “fakir, yalnız”, اَغْنٰىۜ ağnâ fiili ise “zenginleştirmek” demektir.
Burada farklı anlam ihtimalleri söz konusudur.
  1. a) Bunlardan ilki, Hz. Peygamber’in peygamberlik öncesi dönemde bir süre ekonomik açıdan rahat olmaması, daha sonra Hz. Hatice ile evlenince bu sıkıntının ekonomik rahatlığa dönüşmesiydi.
  2. b) Diğer anlama göre, peygamberliğinin ilk günlerindeki yalnızlığının, her geçen gün yerini daha kalabalık ve gönüllü insanlara bırakmasıydı. Her iki durumda da Hz. Peygamber dar ve bunaltıcı durumdan kurtarılmış, bu sıkıntılı süreç, yerini kısmen de olsa rahat ve huzura terk etmişti.
  3. c) Bu iki anlamın devamı olarak, üçüncü bir anlama göre ise, bu fakirlik ve yalnızlık belki de onun problemleri çözmedeki yalnızlığıydı; Yüce Allah kendisine cevap vererek onu huzura kavuşturmuştu.
Günümüz insanı için de durum bundan farklı değildir. İnsanlar her zaman her açıdan aynı düzeyde olmazlar. Zaman zaman inişler ve çıkışlar yaşayabilirler. Önemli olan, Fecr 89/15-16’da da vurgulandığı gibi, nimetle buluşunca şımarmamak, kaybedince suçlayıcı bir psikolojiye bürünüp isyana düşmemektir. İnsan hayatının her aşaması birer imtihan sorusu mesabesindedir. Hayatı imtihan olarak kabul edip onu kaybetmemeye çalışmak, dünyada da âhirette de çeşitli oranlarda nimetlerle buluşmayı sağlayacaktır. Unutulmamalıdır ki Yüce Allah kulunu terk etmez, O’na yönelmek isteyen kuluna da kapılarını ebediyyen kapatmaz. Yüce Allah, kuluna “niye geldin?” demez; “niye gelmedin?” der.

b) Üç Nimetin Hatırlatılma Sebebi

Bu üç âyette, yaşadığı üç olay kendisine hatırlatılarak Hz. Peygamber rahatlatılmaya çalışılmaktadır. İlk maddede ele alınan “yetimken barınmasının sağlanması” onun bebekliğinde sahipsiz bırakılmamasıyla ilgilidir. Bunun hatırlatılmasının çok önemli bir nedeni olsa gerektir. Kanaatimizce bu neden şudur: Yüce Allah Hz. Peygamber’in bebekliğinde ona nasıl sahip çıkılmasını sağladıysa, bir anlamda peygamberliğinin bebeklik dönemi olan ilk zamanlarda da onu yalnızlığa terk etmeyecek, kendisini sahiplenip bu şerefli görevi başarıyla yerine getirmesini sağlayacaktır. Bebek veya çocuk nasıl sahiplenilmesi gereken bir ihtiyacın sahibi ise risaletin ilk dönemlerinde de benzer bir durum söz konusuydu. Verilen mesaj bu konuda Hz. Peygamber’in rahatlatılmasını sağlamakla ilgili olmalıdır.
Hz. Peygamber risalet öncesi dönemde içerisinde yaşadığı Mekke toplumun ağır ahlaksız yapısından dolayı sıkıntı ve şaşkınlık içerisine girmiş, sorunlara çare bulumamaktan kaynaklanan şaşkınlık yaşamıştı. İşte risalet göreviyle buluşturulunca nasıl o sıkıntılı durumdan kurtulduysa, daha sonra başına gelecek sıkıntılarda da onu kurtaracağı ve kendisini sahipleneceği mesajıyla bir rahatlatma bilgisi verilmiş olmaktadır.
Asıl zenginlik elbette ekonomik içerikli olarak mal ve servet fazlalığı olmadığı gibi insanlardan oluşan kalabalıklar da bazen zenginlik olarak algılanmazlar. Nitekim insanlar bazen kalabalıklar arasında yalnızlığı yaşarlar; bazen de tek başına arkadaş bolluğu içerisinde olurlar. Bu nedenle bize göre âyette kast edilen zenginlik Hz. Peygamber’in Yüce Allah ile olan beraberliğidir; O’nun sunduğu cevaplarla gerçekleştirdiği birlikteliktir. Arkadaşı refîk-ı a‘lâ olan, yani “en yüce arkadaş anlamında Yüce Allah olan” kişi gerçek zenginliğe ulaşan kişidir. İşte Hz. Peygamber’i mutlu eden zenginlik de bu olsa gerektir. Yûnus’un diliyle “Bana Seni, gerek Seni”, işte kurtuluş böyle bir zenginliktedir.
Böylece Hz. Peygamber’in yalnızlığı, şaşkınlığı ve yoksulluğu, vahiy ile yerini beraberliğe, hidayete ve ruh zenginliğine bırakmıştır. Şimdilerde ve her zaman vahiyle birlikte olanlar için de aynı müjdelerin söz konusu olduğu unutulmamalıdır.

9-11. ÂYETLER:
فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ ﴿9﴾ وَاَمَّا السَّآئِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ ﴿10﴾
وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ ﴿11﴾
9. Öyleyse yetimi sakın ezme. 10. Sorup isteyeni sakın azarlama. 11. Sadece Rabbinin nimetini anlat.”
Yüce Allah, Hz. Peygamber’i inşa amaçlı yaptığı hatırlatmalardan sonra, şimdi de uyarılara yer vermektedir.

Üç Uyarı

Kendisine bazı nimetler hatırlatıldıktan sonra, Hz. Peygamber, ilgili uygulamaları gerçekleştirmesi için davranışları bakımından inşa edilmekte ve hangi konuda nasıl davranması gerektiği üç başlıkta öğretilmektedir.
ı. Yetimler Ezilmemeli
فَاَمَّا الْيَت۪يمَ فَلَا تَقْهَرْۜ “Öyleyse yetimi sakın ezme.” Âyetteki لَا تَقْهَرْ  takhar emri “ezmemek” demektir.
Kendisi yetimken bakımını Yüce Allah nasıl sağladıysa, şimdi de Hz. Peygamber’den çevresindeki yetimleri gözetmesi, adeta onların sahibi olması istenmektedir. Bu nedenle 6. âyetin izahında da söylediğimiz gibi, her türlü yetim, yetimi olduğu alanda ilgiye muhtaçtır. İşte ilâhî sistem bu ilginin esirgenmemesi gerektiğini önce Hz. Peygamber’e, sonra da onun şahsında bütün ümmete, hatta bütün insanlığa öğretmekte, bir tür davranış eğitimi yapmaktadır.
Kur’ân’da yetimlere kol kanat germek, onların mallarıyla sadece en güzel şekilde, yapıcı, sahip çıkıcı, yol gösterici ve koruyucu olarak ilgilenmek, ekonomik yardımlaşmalarda öncelikle onları gözetmek pek çok âyette emredilmektedir.[5]
Kur’ân, yetimleri topluma emanet etmekte, onların bakımıyla ilgilenmeyi Hz. Peygamber’in hayatıyla örneklendirmekte ve herkesin onların sahibi olması gerektiğini bildirmektedir. Kur’ân insanlara kimsesizlerin kimsesi olmayı öğütlemektedir. Yetimi bakılmayan toplum, ahlâken yıkım içindedir. Bu itibarla, özellikle zekâtın verileceği 8 grup insanın sayıldığı âyette[6]isim olarak “yetimler”in yer almaması çok manidardır. Kanaatimizce bunun nedeni, onları tıpkı kendi çocuklarımız gibi kabul etmemiz gereğidir. İnsan kendi çocuğuna nasıl zekât veremezse ve onu nasıl bakmak zorundaysa, yetimlerin durumu da bu değerde, önemde ve önceliktedir. Yetimler toplumun veya milletin ortak manevî çocuklarıdır ve onlar millet tarafından bakılmak zorundadır.
Duhâ 9. âyeti normal “yetim” anlamında aldığımızda Hz. Peygamber’in konuyla ilgili çok önemli bazı hatırlatmalarını göz ardı etmemek durumundayız. Nebî (as) yetimlerle ilgili şöyle buyurmaktadır: “Kim, bir yetimin başını okşar, (bir sıkıntısı nedeniyle akan gözyaşını silerse,) elinin değdiği her kıl, Kıyâmette onun için bir nur olur.”[7] Bir başka rivayette de şu ifadeler yer almaktadır: “Ben ve Allah’a karşı duyarlı olduğu sürece yetimle ilgilenen kişi, yan yana iki parmak gibiyiz.”[8]Sayısı oldukça fazla olan konuyla ilgili rivayetlerde Hz. Peygamber’in yetimlerle ilgili tutumu açıkça görülmektedir.
Yetime yaklaşımın nasıl olması gerektiği konusunu Fecr 89/17’de geniş olarak ele aldığımız için burada daha fazla detaya girmek istemiyoruz.
ıı. Sorup İsteyenler Azarlanmamalı
وَاَمَّا السَّآئِلَ فَلَا تَنْهَرْۜ “Sorup isteyeni sakın azarlama.” Âyetteki السَّآئِلَ es-sâil kelimesi “soran, isteyen”, لَا تَنْهَرْ  tenhar emri ise “azarlamamak” demektir.
  1. a) Burada geçen السَّآئِلَ es-sâil kelimesi genellikle “el açıp isteyen” anlamında kabul edilmiş ve âyet de daha çok ekonomik içerikte yorumlanmıştır. Bu yakla­şım elbette doğrudur; ancak kelimenin anlamı bu­nunla sınırlı değildir. Sûrenin 9, 10 ve 11. âyetlerini 6, 7 ve 8. âyetlerdeki hatırlat­maların cevabı olarak kabul ettiğimizde, bu âyet 7. âyete denk düşmektedir. Orada Hz. Peygamber’in, toplumun kötü gidişatından dolayı duyduğu sıkıntı, şaşkınlık ve çaresizlik ile bunların giderilmesi ele alınmıştı.
Mekke toplumunun ahlaksızlıkla­rının temelden çözümlenmesi anlamında, Yüce Al­lah ona vahiy göndererek kendisini risâletle buluşturmuştu. Bir anlamda, Hz. Peygamber’in sorularını cevapla­mış ve rahatlamasının önünü açmıştı. 10. âyette as­lında buraya değinilerek, kendisine soru sorulması halinde veya ondan bir şeyler öğrenilmesi istendi­ğinde kendisi azarlanmadığı gibi onun da başkala­rını azarlamaması Nebî (as)’a öğretilmekteydi. Bu öğretim, vahyin insanın inşasını, yani ahlâken ve davranış olarak onu şekillendirip olgunlaştırmayı amaçladığı bir başka örnektir. Hz. Peygamber konuyla ilgili şöyle buyurmuş­tur: “Her kim kendisine bir ilim/bilgi sorulur da onu gizlerse, cehennem ateşinden bir gem ile gem­lenir.”[9]
  1. b) Günümüz insanının, izaha çalıştığımız yukarıdaki âyetten öğreneceği pek çok husus, alacağı oldukça fazla dersler vardır. Bir taraftan, ekonomik anlamda toplumda yardımlaşmanın yaygınlaştırılmasını temin etmek, gariban ve mağdur insanların mağduriyetlerinin giderilmesine yardımcı olmak hedeflenmektedir; diğer taraftan, her türlü makul ve doğru isteğin karşılanması talebine de olumlu cevap verilmesi öğretilmektedir. Soru sormak, bir bilgi ihtiyacının ifadesidir. Öğrenmek ve faydalanmak için soru sormanın hiçbir engeli yoktur; yeter ki alay, hakaret ve gereksiz oyalama niyetiyle olmasın.
  2. c) İstekler her zaman ifadeye dökülemeyebilir. Bazı insanların hali bir çeşit istek olarak algılanmalıdır. Meselâ İsrâ 17/23. âyette Yüce Allah ana-babaya iyilik yapmayı, onlara öf bile dememeyi ve onları azarlamamayı emretmektedir. Şüphesiz ana-baba bu anlamda sözlü olarak herhangi bir isteği dile getirmeden, insanlar onlara yönelik görevlerini bilmeli ve ona göre davranmalıdırlar.
ııı. Allah’ın Nimeti Anlatılmalı
وَاَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ “Sadece Rabbinin nimetini anlat.” Âyetteki نِعْمَةِ ni‘met kelimesi “nimet”, حَدِّثْ haddis emri ise “anlatmak” demektir.
Bu âyete “Rabbinin sana verdiği nimeti sayesinde gerçeği anlat” şeklinde de anlam verilebilir. Burada sözü edilen ni‘metkelimesi, Mâide 5/3. âyete göre “Kur’ân” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla âyetin mesajı, Hz. Peygamber’e vahyedilen bu son bildirimi onun anlatması gereğidir. Neticede Yüce Allah onun isteğini karşılamış, bir anlamda 8. âyette sözü edilen fakirliğini, yani yalnızlığını gidermiş, onu vahiy ile buluşturarak isteğini cevaplamıştı. Bu doğrultuda Vâkı‘a 56/82’de “rızık” olarak tanıtılan Kur’ân’ı, çevresindekilere anlatarak kendini aşması, insanları vahiy ile buluşturup o mesajla beslenmelerini sağlaması ve bunun ilk iş olarak benimsemesi kendisinden istenmiştir.
İnsanlar, düşünce fakirliği yaşarlar. Kur’ân bu anlamda onların sorularını cevaplamak üzere gönderilmiş bir mesaj olduğu için, günümüz insanı özellikle Kur’ân’ı iyi bilmeli ve din adına söylenecek şeyleri Kur’ân’ın oluruna sunmayı öğrenmelidir. Müslümanlar, çevrelerindekileri İslâm’a davet ederlerken onları kendilerine, cemaatlerine, partilerine, mezheplerine, gruplarına veya başka oluşumlara çağırmamalı, Ahzâb 33/46. âyet gereği “Allah’ın izniyle sadece Allah’a” davet etmeli ve bu davette de Kaaf 50/45. âyet gereği, Kur’ân’ın evrensel mesajını kendilerine rehber edinmelidirler.[10]
Sûrenin son altı âyetinden, çok önemli bir davranış modeli öğreniyoruz: İnsanlara gerçekler öğretilmeden veya görevleri kendilerine bildirilmeden, onlardan konuyla ilgili doğru hareket beklenmemelidir. Doğru bilgi öğretilmeden, yanlışlıklar nedeniyle de insanlar suçlanmamalıdır. Önce bilgi verilmeli, ne istendiği açıkça ifade edilmeli; daha sonra hareket, davranış, uygulama veya fedakârlık beklenmelidir.
Mehmet Okuyan

[1] Yûsuf 12/73, 85, 91; Nahl 16/56, 63.
[2] Vâkı‘a 56/75; Hâkka 69/38; Me‘âric 70/40; Kıyâmet 75/1, 2; Tekvîr 81/15; İnşikaak 84/16; Beled 90/1.
[3] Bu anlam için bk. Ebu’l-Hüseyn Ahmed b. Fâris, Mücmelü’l-Lüğa, Beyrut, 1986, I, 487.
[4] Benzer bir değerlendirme için bk. İslâmoğlu, age., s. 1268’de 2. not.
[5] Bakara 2/83, 215; Nisâ’ 4/3, 6, 8, 10, 36, 127; En‘âm 6/152; Enfâl 8/41; İsrâ 17/34; İnsân 76/8; Fecr 89/17; Beled 90/15; Mâ‘ûn 107/2.
[6] Tevbe 9/60.
[7] Ahmed b. Hanbel, V, 250.
[8] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-Sahîh, İstanbul, 1992, Talâk, 25; Müslim, Zühd, 42.
[9] Hadis için bk. Ebû Dâvûd, İlim, 9; Tirmizî, İlim, 3.
[10]         Bu konuda ilgili iki âyet için bk. En‘âm 6/70; Enfâl 8/24.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder