5 Temmuz 2017 Çarşamba

MÜDDESSİR SÛRESİNİN GENEL MESAJLARI

MÜDDESSİR SÛRESİNİN GENEL MESAJLARI

(1-7. âyetler): Sûrenin ilk grup âyetinde, Hz. Peygamber’in risalet için inşa ediliş esaslarından bir bölümü üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede, Yüce Allah Hz. Peygamber’e sorumluluk yüklediğini, bu nedenle harekete geçip çevresindeki insanları uyarmasını, kalbini arındırmasını ve maddî manevî her türlü kötülük ve çirkinliklerden uzaklaşmasını emretmektedir. Ayrıca, yapacağı bu işleri çok görerek Rabbini minnet altında bırakma veya başa kakma gibi bir yanlışın da sahibi olmaması gerektiğini kendisine hatırlatmaktadır.
Benzer yükümlülükler, vahyi insanlara iletmek durumunda olanlar ve sorumluluk sahibi kılınan kişiler için de geçerlidir. Onlar da kendilerini davalarına adamış olarak harekete geçmeli, sadece Allah’ı yüceltmeli, elbiselerini, benliklerini ve yüreklerini maddî manevî her türlü kirden temizlemelidirler. Bu insanlar da yaptıklarını yeterli görerek dünyevî bir beklenti içerisine girmemeli, muhatapları töhmet altında bırakacak bir tutum sergilememelidirler.
Bu arada, yapılan bütün bu fedakârlıkların, sahiplerine birtakım sıkıntılar getirebileceği de hatırlatılmakta, sadece Allah rızası için sabredilmesi gerektiği, kişilerin davalarına sıkıca sarılmak zorunda oldukları ve adanmışlık gerektiren bu tür görevlerde sadakatin vazgeçilmez bir önem arz ettiği de vurgulanmaktadır.
(8-10. âyetler): Sıradaki üç âyette, kıyâmete veya mahşere dikkat çekilerek, hem kıyâmetin hem de mahşerin pek çok zorluklara sahne olacağı beyan edilmektedir. Özellikle kâfirler için hiçbir kolaylığın söz konusu olmayacağı ifade edilmektedir.
(11-17. âyetler): Yüce Allah bu âyetlerde, önceki bölümde dikkat çektiği “kâfirlerin nankörlük biçimleri”ne değinmekte ve onlara hak ettikleri karşılığı mutlaka vereceğini belirtmektedir. Bu arada, sözün başında onların hakkından geleceğini ifade ederek Hz. Peygamber’i ve müminleri motive ederken, kâfirlere de gözdağı vermektedir.
Tek başına yaratılan, kendisine oldukça fazla mal veya imkân ile göz önünde övünç aracı çocuklar verilen, hâsıl-ı kelâm her türlü ikram sahibi kılınan bu nankör insan tipi, nimetlerin karşılığı olarak Allah’a kulluk yapması ve şükretmesi gerekirken, azgınlıkta çok daha ileri giderek verilenlerden daha fazlasını isteme cüretinde bulunmaktadır. Yüce Allah bu inkârcı tipin, Allah’ın âyetlerine karşı amansız bir inkârın içerisine girdiğini ifade ederek, bu nankörlüğünün karşılığında kendisini hem dünyada hem de âhirette sarp bir azap yokuşuna tırmandıracağını belirtmektedir.
(18-25. âyetler): Yüce Allah, bu âyet grubunda yine aynı nankör insan tipinin vahye karşı takındığı olumsuz ve düşmanca tutum hakkında bilgi vermektedir. Çeşitli hezeyanlar üreterek, yaptığı planları defalarca kontrol eden, öfkesinden dolayı kaşlarını çatıp suratını asan ve sonunda kibir göstererek hakikate sırtını dönen bu inkârcı insan tipi, düşmanlığının bir sonucu olarak olayı iftiraya dönüştürmektedir. Bu çerçevede, vahyin çok eski dönemlerden itibaren nakledilen büyüden başka bir şey olmadığını, dolayısıyla bu tür mesajların insan sözü olduğunu özellikle vurgulayarak düşmanca bir inkâr psikolojisi ortaya koymaktadır.
(26-30. âyetler): Yüce Allah, sûrenin bundan önceki bölümünde dile getirdiği düşmanca zihniyetin ve olumsuz tutumun sahiplerinin mahşerde nasıl bir sonla buluşturulacaklarını beyan etmektedir. Bu bağlamda, ilgililerin gireceği Sekar cehennemini gündeme getirmektedir. Yüce Allah, ilâhî bildirim olmadan, bir insan olarak Hz. Peygamber’in bile onun hakikatini bilemeyeceğini beyan ederek, onun çeşitli özelliklerini sıralamaktadır.
Bu çerçevede, Sekar cehenneminin azabının çok şiddetli ve sürekli olduğunu, gizlendiği sanılan bütün gerçekleri ortaya çıkaracağını ifade ederek, melekî güçler anlamında görevlilerinin sayısını 19 olarak vermektedir. Elbette bu arada müminler motive edilirken karşıtlarına da gözdağı verilmesi amaçlanmaktadır.
(31. âyet): Yüce Allah, Sekar cehennemi hakkında çeşitli açıklamalarda bulunduktan sonra, özellikle sözünü ettiği 19 rakamını verme gayesini dile getirmekte, sonuçta bununla nelerin meydana geleceğini beyan etmektedir. Bu âyette Yüce Allah, dört kez vurgulu ifade kullanmaktadır. Maksat, ele alınan konularda Yüce Allah’tan başka hiç kimsenin bilgi sahibi olamayacağını beyan etmektir. İnkârcı Velîd b. Muğîra ve onun gibilerin sûrenin 24 ve 25. âyetlerinde dile getirdiği vurgulu ifadelere karşılık, Yüce Allah da benzer tekniği bir âyette bu defa dört kez kullanarak onlara cevap vermektedir.
Cehennem muhafızlarının sayısı, bir taraftan inkârcıların sınavı olmakta, diğer taraftan da farklı boyutlarıyla muhatapları ilgilendirmektedir. Bu bağlamda, âyette dört değişik boyut gündeme getirilmektedir. Kitap verilenlerin gönülden ikna olması, müminlerin imanlarının artması, bu iki grubun hiçbir şekilde şüpheye düşmemesi ve nankörlerin alaycılıklarının artması bu konuda belirlenen gerekçelerdir.
Âyetin devam eden kısmında, bu imtihanın isteyen insanların dalâletini pekiştireceği, isteyenlerin ise hidayetine vesile olacağı beyan edilmektedir. Sonuçta Allah’ın askerlerini O’ndan başka hiç kimsenin bilemeyeceği vurgulanarak, vahyin bütünüyle insanlar için bir öğüt olduğu özellikle belirtilmektedir.
(32-37. âyetler): Yüce Allah, inkârcı, yalancı ve alaycı insan tipi ile onun mahşerde yaşayacağı âkıbet hakkında bilgiler verdikten sonra, bu âyet grubunda Ay’a, geceye ve sabaha yemin ederek, hakkında uyarılarda bulunduğu cehennemin insanlık için çok önemli bir uyarıcı olduğunu ifade etmektedir. Sekar cehennemi en büyük belâlardan biridir ve onun uyarıcılığı, fedakârlıkta önde olmayı ya da kullukta geri kalmayı tercih eden bütün insanlara yöneliktir.
(38-48. âyetler): Sûrenin bu âyet grubunda, inkârcı ve alaycı kişilerin mahşerdeki perişan durumları ele alınmakta, kendilerine sorulacak bazı sorular ve onların vereceği cevaplar ile yapacakları itiraflara yer verilmektedir.
Yüce Allah, özellikle inkârcılara gözdağı vermek üzere mahşerde bir tutukluluk halinin bulunacağını gündeme getirmekte ve adına ashâbü’l-yemîn denen mutlu kişilerin bu tutukluluk halinden kurtulmuş olacaklarını haber vermektedir.
Suçluların ateş azabında olacakları ve mahşerde bu durumun nedenlerinin kendilerine sorulacağı beyan edildikten sonra onların da çeşitli cevaplar vereceği bildirilmektedir. Bu çerçevede Yüce Allah’tan yana olmamak, yoksullarla ilgilenmemek, boş ve anlamsız şeylere dalmak ve Hesap Günü’nü yalanlamak en önemli gerekçeler olarak verilmektedir.
Tevhidden yoksunluk, sosyal hayata katkısızlık, duyarsızlık, empati eksikliği veya başkasıyla ilgilenme yoksunluğu ve yapılanlardan sorguya çekilmeyi yalanlamak, işte hayatı çepeçevre kuşatan ve anlamlı kılan bu değerlerden ayrı ve uzak yaşamak azabın nedenleri arasında sayılmaktadır. Bütün bunların hatırlatılma gerekçesi, elbette muhatapları aynı yanlışlara düşmemeleri noktasında uyarmaktır.
Sayılan bu özellikler kişide kendisinden ayrılmaz bir yapı halini alırsa, artık bu kişiler ölünceye kadar bu olumsuzluklardan kurtulamazlar. Söz konusu insanlar mahşerde bekledikleri türden bir torpil veya kayırmacılık demek olan şefaatten de yararlanamayacaklarını özellikle bilmelidirler.
(49-53. âyetler): Yüce Allah, sûrenin bu bölümünde inkârcıların vahye karşı tutumlarına dair bilgi vermekte, peygamberlik kurumunun yapısıyla hiçbir şekilde uyuşmayacak isteklerine ve âhiretle ilgili korkusuzluklarına değinmektedir. İnkârcılar, öğüt olan vahiyden yüz çeviriyorlar ve bunun sonucunda da aslandan ya da avcıdan ürken merkep sürüleri gibi vahiyden kaçıyorlardı.
Vahiyden yüz çevirmek, sahibini anlaşılamaz veya tahmin edilemez yanlışlıklara da sürüklemektedir. İşte bu cümleden olarak, söz konusu bu inkârcı tipler, her birine özel vahiyler verilmesi gerektiğini söyleyecek kadar işi ileri götürmektedirler. Peygamberlik kurumunu gereksiz hale getirecek şekilde veya her biri peygamber olmayı isteyerek Yüce Allah’ın iradesine yön verme cüretinde bulunabilmektedirler. Onları bu imkânsız isteklerin sahibi kılan perde arkasındaki asıl neden âhiretten korkmamaları, yani âhirete inanmayıp oradaki yargılanmayı inkâr etmeleriydi.
(54-56. âyetler): Yüce Allah, sûrenin sonunda vahyin öğüt olduğu gerçeğini yeniden hatırlatarak, dileyen herkesin ondan yararlanabileceğini beyan etmektedir. Bu arada tercihini bu şekilde belirleyenlerin de ilâhî iradeye uygun bir tavır ortaya koymuş olacaklarını belirtmektedir.
Bu âyetlerde insan fıtratı ile vahyin uygunluğuna da işaret edilmekte ve vahyi algılamada insan iradesinin önünde hiçbir engelin bulunmadığı beyan edilmektedir. Kur’ân bir öğüttür ve dileyen herkes onun öğüdünden yararlanabilir. Tavrını ve tercihini bu şekilde belirleyenler ise, zaten Yüce Allah’ın dilediği şekilde bir tercihte bulunup öğüt almış olacaklardır. Yüce Allah’tan yana olanlar, saygı duyulmaya lâyık asıl varlığın ve bağışlama makamının sadece Yüce Allah olduğunu bilenlerdir. Bu bilince sahip olan kullarının arasına katılmış olmayı Rabbimizden niyaz ediyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder