13 Temmuz 2017 Perşembe

İhlas Sûresi’nin Tefsiri

Mehmet OKUYAN

ÂYETLERİN TEFSÎRİ

1-4. ÂYETLER:


قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ ﴿1﴾ اَللّٰهُ الصَّمَدُۚ ﴿2 ﴾
 لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ ﴿3﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ ﴿4 ﴾

1. De ki: O, Allah’tır; tektir. 
2. Allah Samed’dir. 
3. Doğurtmamıştır ve doğurulmamıştır. 
4. O’nun dengi de yoktur.”

a) Sûrenin İniş Sebebi ve Fazileti

İniş sebebi olarak oldukça fazla rivayet nakledilen bu sûre, muhtemelen Yüce Allah’ın varlığı hakkında sorulan sorulara cevap olarak indirilmiştir. Bu soruları Müslümanlar sormuş olabileceği gibi, alay etmek amacıyla kâfirler de sormuş olabilir.[1] Ayrıca bu sûre, Yüce Allah’a çocuk isnadında bulunan veya O’nunla nesep bağı kurmaya çalışan herkese açık ve evrensel bir cevaptır.
Bu sûrenin faziletine dair pek çok rivayet vardır. Besmele ve Fâtiha’da da söylediğimiz gibi, Kur’ân’ın bütün âyetleri ve sûreleri Yüce Allah’ın kelâmıdır. Bu itibarla, hiçbiri diğerinden daha iyi veya daha az iyi değildir, hepsi aynı değerdedir. Sadece, bu sûrenin Kur’ân’ın üçte birine denk sayılması,[2] konu bakımından tevhidi ele alması nedeniyledir. Çünkü Kur’ân’ın üç ana konusu vardır: Tevhîd, nübüvvet, âhiret. İşte İhlâs sûresi, tevhid konusunu ele alması itibariyle, böyle bir konum arz etmektedir.

b) Bir İsim, İki Sıfat: Allah, Ehad, Samed

Kur’ân’da Yüce Allah hakkında bilgi veren çeşitli âyetler[3] veya âyet grupları[4] olsa da, bütünüyle tek bir konu çerçevesinde Cenâb-ı Hakk’ı anlatan tek sûre İhlâs sûresidir. “İhlâs sûresi, bütünüyle Allah’ı tanıtan ilâhî bir kartvizittir”[5]ifadesi, sûreyi çok güzel bir şekilde tanımlamaktadır. İhlâs sûresinde Yüce Allah’ın “Allah, tek ve samed oluş” şeklinde üç olumlu isim ve sıfat yer almışken, “doğurtmamış ve doğrulmamış olmak” ile “Kendisine hiçbir şeyin denk olmaması” noktasında da üç olumsuz nitelik üzerinde durulmaktadır. İlk üç ifade takdîs, son üç nitelik ise tesbîhtir. Önce olumluları açıklayalım.

ı. Lafza-i Celâl: Allah (cc)

قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ “De ki: O, Allah’tır; tektir.” Bu cümleyi “De ki: O Allah, tektir” şeklinde tercüme edenler de vardır. Bu durumda, âyetin tek cümleden oluştuğu kabul edilmiş olur.[6] Bizim tercih ettiğimiz anlama göre ise, âyet iki cümledir ve anlam da buna uygun olarak “De ki: O Allah’tır; tektir” şeklindedir. Besmeleyi açıklarken de belirttiğimiz üzere, lafza-i celâl Yüce Allah’ın özel ismidir, tercüme edilemez.

ıı. Yüce Allah Tek’tir

Âyetteki اَحَدٌ ehad kelimesi, “teklik sadece kendisine ait olan” anlamında, sadece Yüce Allah’ı nitelendirir. “Bölünüp parçalara ayrılmayan” veya “parçalardan meydana gelmeyen varlık” anlamında Yüce Allah için kullanılan ehad kelimesi, vâhıdden farklıdır. Bu durumda ehad, maddî ve manevî, aklî ve hissî tüm açılardan biricikliği, eşsizliği ve benzersizliği ifade eder.[7] Bu nedenle de başına el “belirteç takısı” almamıştır. Çünkü bu takı, bir şeyi benzerlerinden ayırt etmek için kullanılır. Oysa Yüce Allah, eşsiz ve benzersiz tek varlıktır. Ehad sıfatının burada gelmesinin nedeni, müşriklerin şirk inancını reddetmeye yönelik olsa gerektir.

ııı. Yüce Allah Samed’dir

اَللّٰهُ الصَّمَدُ “Allah Samed’dir.” Bu ifade, “Yüce Allah yaratıklara muhtaç değildir” demektir. Samed, “ihtiyaçlar konusunda kendisine yönelinen, başvurulan efendi, büyük” anlamına gelmektedir. Bu anlam, “Allah zengindir; sizler O’na muhtaçsınız”[8] ve “Ey insanlar, hepiniz Allah’a muhtaçsınız…”[9] âyetleriyle de desteklenmektedir.
Kur’ân’da sadece burada kullanılan samed kelimesi için şu anlamlar zikredilmektedir: “Öncesiz, sonrasız, bütün kâinatın sahibi, evrenin yaratıcısı, her şeyi bilen, kerem sahibi, şan ve şerefi zirvede olan, kendisine yalvarılan, kendisinden yardım istenen, dilediğini yapan, istediği hükmü veren, kararından sorguya çekilemeyen, hükmüne karşı konulamayan, büyük, yüce, efendi, zengin, en yukarıda olan, doyuran, doyurulmayan, koruyan, korunmaya muhtaç olmayan, evvel olan, bâkî kalan, sonsuz, ölümsüz olduğu için kendisine vâris olunmayan, uyumayan, uyandırılmayan, başkalarıyla mukayese edilemeyen, ayıbı, kusuru bulunmayan, mutlak galip olup hiçbir şekilde mağlup edilemeyen, hiç kimseye ihtiyacı olmayan, gözlerin idrak edemediği, doğurtmamış ve doğurulmamış, değişmeyen ve farklılaşmayan.”[10]
Bütün bu ifadeler, aslında samed kelimesinin Yüce Allah’ın mükemmelliğini ifade eden en önemli kelimelerden biri olduğunu göstermektedir. Belli ki, samed kelimesini birkaç kelimeyle izah etmek mümkün değildir. Mükemmellikler, akla gelebilecek ve gelemeyecek unsurları içerdiği için, Yüce Allah’ı herhangi bir şekilde sınırlayıcı ifadelerden kaçınmak durumundayız.

c) Yüce Allah Bakımından Üç İmkânsızlık

Sûrenin son iki âyetinde ise, Yüce Allah için mümkün olmayan üç husus ifade edilmektedir.

ı. Doğurtmamıştır; Doğurulmamıştır

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْۙ “O, doğurtmamış ve doğurulmamıştır.” Aslında önce “doğmak”tan, daha sonra “doğurmamak”tan söz edilmesi gerekirken, burada öncelikle “Yüce Allah’ın hiç kimseyi “doğurtmaması” ifade edilmektedir. Bunun nedeni, Yüce Allah’a çocuk isnad edenleri susturmaktır.
a) Âyetin ilk cümlesi olan لَمْ يَلِدْ ifadesine “doğurmadı” anlmamını değil de “doğurtmadı” anlamını vermekteyiz. Çünkü doğurmak “dişi” varlığın sıfatıdır; bu nedenle âyette لَمْ تلِدْ lem telid kalıbı kullanılmadığı için burada kast edilen anlamınYüce Allah’ın -hâşâ- anne olmadığı değil, hiç kimseyi doğurtmayan varlık anlamında “baba” olmadığını ortaya koymaktır. Elbette Yüce Allah “anne de değildir, baba da değildir.” Kur’ân’ın indirildiği dönemde Yüce Allah’a çocuk nispetinde bulunanların maksadı O’nu “baba” motifiyle buluşturmaktı. İşte âyet bu algıyı kökünden reddetmektedir. Eşi de yoktur, çocuğu da yoktur. Dolayısıyla hiç kimsenin doğmasına fiziksel olarak neden olmadığı için “baba” da değildir. O sadece yaratandır; bütün babaları, anneleri ve çocukları O yaratmıştır; annelik, babalık ve çocukluk sıfatlarından münezzehtir.
b) Mekkeliler, Yüce Allah’a çocuk nispet ediyorlar veya melekleri O’nun kızları sayarak O’na kız çocuklar isnat ediyorlardı.[11] Bu âyetin öncelikle hedef aldığı kişiler, bu tür şirkiçerisinde bulunanlardır. Öte yandan cinlerle de Allah arasında bir nesep ilişkisinin olduğunu sanarak, Allah’ın kız ve erkek çocukları olduğunu iddia edenler de vardı. En‘âm 6/100 ve Sâffât 37/158 gibi âyetlerde bunlar hakkında bilgiler yer almaktadır. Dahası bazı Hıristiyanlar İsa’nın,[12] bazı Yahudiler Hz. Üzeyir’in,[13]  hatta Yahudî ve Hıristiyanlar kendilerinin Yüce Allah’ın oğlu olduklarını iddia ediyorlardı.[14] İşte, İhlâs 3. âyette bütün bu iddiaların asılsız olduğu açıkça ortaya konulmaktadır.
c) Yüce Allah, hiç kimseyi doğurmadığı gibi, hiç kimse tarafından da doğurulmamıştır. Hiç kimseyi doğurmamış, yani ana veya baba olmamıştır; hiç kimse tarafından doğurulmadığı için de başkasının çocuğu olmamıştır. Ehad ve Samed olmak zaten bunu gerektirir. Başka bir varlığa aynısıyla ait olabilen sıfatlar, tek olan varlığa ait olamazlar. Çünkü başka varlıklarda bulunan sıfatlar bir başkası tarafından verilmiş demektir.
Doğurulan fani olduğu gibi, doğuran veya doğurtan da fanidir. Doğurulan varlık, sonradan var edilmiş demektir. Sonradan var edilmek veya fani olmak, Yüce Allah’ın hiçbir şekilde sıfatı olamaz. İhlâs sûresinin bu âyeti, Yüce Allah’ın zatına aykırı kabulleri reddetmeyi bize öğretmektedir.

ıı. Dengi de Yoktur

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ “O’nun hiçbir dengi de yoktur.” Âyetteki كُفُوًا küfüvv kelimesi “denk” demektir.
Burada üzerinde durulan nokta, Taberî ve Râzî’nin de belirttiği gibi Yüce Allah’a denk veya benzer hiçbir şeyin olamayacağı gerçeğini vurgulamaktır. Ayrıca âyetin “Allah’ın eşi olmadığı” anlamına da gelebileceği ifade edilmektedir.[15]Bu son anlam bir önceki âyetle ilişkilidir. Çünkü doğurmak da doğurulmak da, sonuçta bir eşe ihtiyaç gösterir. Oysa hiçbir varlık, hiçbir şekilde Yüce Allah’ın eşi olmamıştır; olamaz da.[16] İşte Yüce Allah, kendisinin eşi olmadığı gerçeğini hatırlatarak, çocuk sahibi olmak ya da başkası tarafından doğurulmak işleminden uzak olduğunu bu şekilde beyan etmektedir.
Bu durumda, Yüce Allah’ın varlığında, kâinatı idare edişinde, varlıkları yok edişinde, yeniden diriltişinde, hâsılı O’na ait sıfatlarında hiçbir dengi ve benzeri olmadığı gibi, yardımcısı da yoktur. Çünkü bir dengi, benzeri veya yardımcısı olmak, şu veya bu şekilde bir eksiklik ifadesidir. Oysa Cenâb-ı Hakk sübhândır, yani bütün eksikliklerden uzaktır. Sübhânlık, Yüce Allah’a nispeti caiz olmayan bütün sıfatları reddeder ki bu sûrenin son iki âyeti O’nun sübhânlığının bir ifadesidir. Sûrenin ilk iki âyeti ise O’nun takdîsinin, yani mukaddesliğinin veya bütün kemal sıfatlarla donanımlı oluşunun bir ifadesidir.


————————————-
[1]    Nüzül sebepleri için bk. Taberî, age., XXX, 342-343.
[2]    Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 13; Tevhîd, 1; Müslim, Müsâfirûn, 259.
[3]    Bakara 2/163, 255; Âl-i İmrân 3/2; Nûr 24/35; Zümer 39/67; …
[4]    Haşr 59/22-24.
[5]    İslâmoğlu, age., s. 1323’te 2. not.
[6]    Âyetteki hüve zamiri, işaret isimlerinden olmadığı için, bu zamiri “mübtedâ”, Allâh lafzını “birinci haber”, ehadkelimesini ise “ikinci haber” olarak kabul etmek gerekir.
[7]    İslâmoğlu, age., s. 1323’te 2. not.
[8]    Muhammed 47/38.
[9]    Fâtır 35/15.
[10]   Râzî, age., XXXII, 181-182.
[11]   Nisâ’ 4/171; Nahl 16/57; İsrâ 17/111; Kehf 18/4; Meryem 19/90-92; Furkaan 25/2; Sâffât 37/151-153; Zuhruf 43/19; Necm 53/21; Cinn 72/3.
[12]   Mâide 5/17, 72, 73; Tevbe 9/30.
[13]   Tevbe 9/30.
[14]   Mâide 5/18.
[15]   Taberî, age., XXX, 347-348; Râzî, age., XXXII, 184.
[16]   En‘âm 6/101; Cinn 72/3.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder