11 Temmuz 2017 Salı

Felak Sûresi’nin Tefsiri

Mehmet OKUYAN

ÂYETLERİN TEFSÎRİ

1-5. ÂYETLER:

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ ﴿1﴾ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ ﴿2﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ ﴿3﴾
وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ ﴿4﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ ﴿5﴾
1-5. De ki: Yarattıklarının, ortalığı kaplayan karanlığın, düğümlere üfleyenlerin ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”

a) Sûrenin İndiliş Yeri

Hem Felak hem de Nâs sûresinin nerede indikleri konusunda çeşitli kanaatler ileri sürülmüş ve değişik rivayetler esas alınarak farklı görüşler ortaya konulmuştur. Râzî, İbn Kesîr ve Elmalılı gibi bazı müfessirler bu iki sûrenin Medine’de indirildiği görüşünü kabul etmişlerdir. Taberî başta olmak üzere diğer pek çok müfessirimiz ise, sûrenin içeriği ve üslubu nedeniyle Mekke’de indirildiğini benimsemişlerdir.
Gerçekten, bu sûrelerin gerek üslubu, gerekse muhtevaları, tipik birer Mekke sûresi niteliğindedir. Dolayısıyla biz de bu görüşü benimseyerek izahlarımızı bu görüş doğrultusunda yapmaya çalışacağız.

b) Sığınılacak Tek Varlık: Yüce Allah

Felak sûresinde, çeşitli fitne ve şerlerden sığınılacak makam olarak Yüce Allah gösterilmekte, başka arayışlara girmeme noktasında mesaj verilmektedir.

ı. Felak’ın Rabbine Sığınmak Gerekir

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ “De ki: Sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.” Âyetteki قُلْ kul emri “de ki”, اَعُوذُ e‘ûzü fiili “sığınmak”, الْفَلَقِ el-felak kelimesi “sabah aydınlığı” demektir.
Sûrenin قُلْ kul “de ki” emriyle başlamasından, bu konuda Hz. Peygamber’e bazı soruların sorulduğunu, ilgili sorulara cevap olarak da bu sûrelerin indirildiğini anlamaktayız.
a) Kendisinden sığınılmak istenen şeyler, daha çok cin ve şeytangibi görünmeyen varlıklar olarak yaygınlık kazandığı için, sûrenin iniş nedenleri arasında bu doğrultuda bilgiler mevcuttur. Nahl 16/98’de belirtildiği üzere, Kur’ân okunduğunda kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak Allah’ın bir emridir. Benzer şekilde bir başka sığınma emri de Mü’minûn 23/97’de şeytanın vesveseleri nedeniyledir ve sığınılacak makam da yine Yüce Allah’tır.
b) Kur’ân okumak gibi hayırlı bir işte şeytandan Allah’a sığınmak emredildiğine göre, korkulan şeylerden de O’na sığınmak elbette çok daha anlaşılabilir insânî bir tutumdur. Kur’ân’dan herhangi bir bölüm okunurken isti‘âzedenilen sığınma işlemi nasıl ki insan aklının kötü düşüncelerden uzaklaşmasını sağlamaya yönelik bir tedbir ise, görünür-görünmez çeşitli tehlikelere karşı Yüce Allah’a sığınmak da benzer şekilde vücudun korumaya alınmasını içerir. Bu nedenle hem burada, hem de Nâs sûresinde korunulacak şeylerin sayısı bir tek varlık ile yani sadece şeytanile sınırlı tutulmamaktadır.
c) Âyette geçen ve sûreye de isim olan الْفَلَقِ el-felak kelimesi, “cehennemde kapalı bir yer, cehennemde bir ev, kuyu, bizzat cehennemin isimlerinden biri, sabah ve sabahın aydınlığı” anlamlarına gelmektedir.[1] Dahası bu kelime, “yarılıp çıkmak, şafak, tan, iki tepe arasındaki alçak, oturaklı, düz yer, suçluların ayaklarına vurulan tomruk, falaka, çanak dibindeki süt” gibi anlamlara da gelir.[2] Kelimenin Felak sûresindeki anlamını En‘âm 6/96’da da kullanıldığı üzere, “sabahın aydınlığı” şeklinde vermek daha doğru gözükmektedir.
d) Felak kelimesinin, mahlûkatın yoktan yaratılmasında, özellikle göklerin ve yerin başlangıçta birbirine yapışık olup sonradan ayrılmasında yaşanan patlamaya işaret etmesi de mümkündür. Dahası, mahşerde varlıkların yeniden meydana getirilmesi için yaşanacak şekillenmeyi de ifade edebilir. Felakinfilâk gibi yarılıp yeni bir şekil almayı beraberinde getirir. Bu doğrultuda âyette kast edilen husus, Yüce Allah’ın bütün bu hakikatlerin sahibi olduğu mesajını vermek olabilir.
e) Mekke’de yaşanan karanlık ve iç karartıcı şartların ardından aydınlık bir sabahın geleceği bu şekilde müjdelenmekte ve Müslümanların bozuk moralleri böylece düzeltilmek istenmektedir. Sabahın müjdelenmesi ve yarınların daha güzel ve rahat olmasının haber verilmesi, sûrenin iniş yerinin Mekke olduğunun da bir delilidir. Sabahlar, karanlık gecelerden sonra yaşanır. İşte, Müslümanların gecesi durumundaki ilk dönemlerin, yerini aydınlığa bırakacağı Duhâ 93/4 ve 5. âyetlerde müjdelenen hususların bir anlamda destekçisi durumundadır. Müddessir 74/32-33’te karanlık gecenin gidip aydınlık günün gelmesinden söz edilmekte, Leyl 92/1-2’de de önce etrafı bürüyen karanlık geceye, ardından açılan gündüze dikkat çekilmektedir. Bunların hepsi kanaatimizce aynı gerçeği işaret etmektedir.
f) Felak kelimesi rabb kelimesiyle birlikte kullanılınca, “sabahın sahibi olan Yüce Allah’ın Müslümanların da sahibi olduğu ve onları yardımsız bırakmayacağı” dolaylı olarak ifade edilmiş olmaktadır. Zaten sığınma isteği, Müslümanların daima sığınacakları bir makamın bulunduğunu ortaya koymaktadır.
g) Kelimenin “cehennemde bir yer, ev veya cehennem” şeklindeki anlamları, benzer şekilde Müslümanları rahatlatmaya, düşmanlarını ise korkutmaya yöneliktir. Yüce Allah, hafife alınan uyarılar nedeniyle kendisini hatırlatmakta, azap yerinin sahibi olduğunu bildirmekte, dünyada Müslümanlara hayatı zindan edenlere, âhirette zindan türünden bir karşılık vereceğini beyan etmektedir. Mekke’nin ilk yıllarında Müslümanlara yaşatılan ağır boykotların uygulayıcıları, eğer tevbe etmeden ve Hakk’a boyun bükmeden ölmüşlerse onları bekleyen yer, Nebe’ 78/26. âyet gereği “uygun bir karşılık olarak” benzer çukurlar, zindanlar ve hapishaneler olacaktır.
h) İşte felak kelimesinin hem “sabahın doğması”, hem de “cehennemin adı” olması şeklindeki anlamları Müslümanları rahatlatmakta ve motive etmekte, karşıtlarını ise uyarmayı ve korkutmayı amaçlamaktadır. Bu durum dün böyleydi, bugün de böyledir, muhtemelen yarın da böyle olacaktır.

ıı. Yaratıkların Şerrinden

مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَۙ “Yarattıklarının şerrinden.” Âyetteki شَرِّ şerr kelimesi “şer, kötülük”, مَا خَلَقَ mâ haleka fiili ise “yarattığı şey” demektir.
Yüce Allah, bu âyette yarattığı varlıkların şerrinden Kendisine sığınılmasını istemektedir; çünkü şerrin kaynağı O değildir, yaratılanlardır. Şerri Allah istemez ve yapmaz, yaratıklar ister, Yüce Allah ise imtihan gereği yaratır.
a) Burada sözü edilen yaratık, öncelikle “İblis”tir. Çünkü en çok şer isteyen ve aşılayan varlık odur. Bu nedenle onun yaptığı ve aşıladığı şerden ve kötülüklerden Yüce Allah’a sığınılmasını emretmektedir.
b) Âyette kastedilmesi muhtemel yaratıklardan bir diğeri “cehennem” olabilir. Bu durumda, cehennemin şerrinden veya felâketinden yine Yüce Allah’a sığınılması isteniyor demektir. Bu anlam, ilk âyetteki felak kelimesinin “cehennem” anlamıyla da örtüşmektedir.
c) Âyette sığınılması istenen yaratıkların şerri kavramını sadece “İblis” ve “cehennem”le sınırlı tutmak elbette âyetin anlamını daraltmak olacaktır. Bu itibarla, insana zararı dokunan, görünen-görünmeyen, hissedilen-hissedilmeyen, maddî-manevî ne kadar zararlı varlık ve zarar türü varsa, hepsinden uzak durmaya, onlardan etkilenmemeye veya korunmaya çalışmak insanın doğal olarak yapısında vardır. Burada hatırlatılan nokta, sığınılacak yerin Yüce Allah olduğu gerçeğidir.
d) Bakara 2/102’de de belirtildiği üzere, Yüce Allah izin vermedikçe hiç kimse hiç kimseye zarar veremez. Dolayısıyla, alınması gereken ve fıtratolarak öğretilen önlemler alındıktan sonra, her türlü zararlının zarar girişiminden Yüce Allah’a sığınmak en doğru işlemdir. Doğru yere sığınanlar, Cinn sûresinde belirtildiği üzere, cinlere sığınan ve onların gereksiz yere şımarmalarına neden olanlar gibi davranmazlar. Varlıklar ne için yaratıldıysa o uğurda çalışmalı, görevlerini ve hadlerini bilmelidirler.

ııı. Karanlığın Şerrinden

وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَۙ “Ortalığı kaplayan karanlığın şerrinden.” Âyetteki غَاسِقٍ ğâsık kelimesi, “zifiri karanlık, dolgunluk, akmak, dökülmek, soğukluk ve dolmak”, وَقَبَۙ vekabe fiili de “bastırmak, gitmek” demektir.
İlk âyetteki felak kelimesi nasıl ki “sabahın aydınlığı” anlamına geliyor idiyse, bu ifade de onun zıddı olarak “zifiri karanlığın bastırması” anlamına gelmektedir. Ğâsık kelimesinin “içilemeyecek derecedeki soğuk ve kötü kokulu meşrubat veya su” anlamı nedeniyle Nebe’ 78/25. âyetteki “Yalnız kaynar su ve irin (içerler)” cümlesi de kelimenin bu anlamını destekler mahiyettedir.
a) Kurtubî’nin de belirttiği gibi, gece bilinmeyen ve görünmeyenden duyulan korkuve endişeyi artıran unsurdur. Aslında her karanlık, bir çeşit gizem ve korku nedeni olarak görülür. Önünü görememek, insanı nasıl davranacağı noktasında çaresiz bırakmaktadır. “İlk muhataplar geceyi öylesine öcüleştirdiler ki, onu bir tür “şer ilâhı” gibi görmeye başladılar. Dinlenme vakti olarak insana Allah’ın ikram ettiği geceye “şer ilâhı” rolü yüklemek, hiç şüphesiz akıl ve iradeyi bastıran cehalet karanlığının şerrine maruz kalmaktır.”[3] Bu nedenle, karanlıkları sadece gündüzün zıddı olan gece olarak sınırlandırmak âyetin anlamını da daraltmak anlamına gelir.
b) Hayatı karartan her şey, öncelikle ve özellikle cehalet karanlıkları, insana şer olarak sunulabilecek en tehlikeli etkenlerdir. Bu sûre, bastıran karanlığın kötülük etkilerinden, yükselen sabahın Rabbine sığınma emrini içermekte, her olumsuzluğun üstünde bir olumlu değerin varlığı gerçeğini insana öğretmektedir. Eğer karanlıklar varsa, bilinmelidir ki aydınlık da vardır. Üstelik mecâzî karanlıklar yaratılmışların eseridir, süreklilik ve tutarlılık göstermezler. Oysa aydınlığın Rabbi her şeyin üstesinden gelen yegâne sığınak olarak hatırlatılmakta, bir anlamda çaresizlik edebiyatının bir aldatmaca olduğu ifade edilmiş olmaktadır. İnsan için bazı kötü etkiler varsa, karşılığında onun panzehiri olarak iyilikler de vardır; üstelik çareler çaresizliklerden daima daha fazladır.[4] Ümitsizlik bir karanlıktır, cehalettir; ümit ise onun karşı değeridir ve bilgiye dayalı imandır, vahiydir.
c) Vekabe fiilindeki “gitmek” anlamı nedeniyle, âyette “karanlığın bastırması” değil de “bitip tükenmesi” anlamı da vardır. Dolayısıyla yükselen ışığın, yani sabahın Rabbi olan Allah Teâlâ, bir taraftan hakkı yüceltirken, öte taraftan karanlığın batacağının haberini vermektedir. “De ki: Hakkgeldi; bâtılyok oldu. Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur”[5] âyetinde vurgulandığı gibi, Hakk’ın nuru veya ışığı doğunca bâtılın bütün karanlıkları yok olmaya mahkûm olur. Bizce Felak sûresinin ilk âyetlerinde bu gerçek hatırlatılmaktadır.

ıv. Üfürenlerin Şerrinden

وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِۙ “Düğümlere üfleyenlerin şerrinden.” Âyetteki النَّفَّاثَاتِ  en-neffâsât kelimesi “tükürükle birlikte üfürmek”, الْعُقَدِel-‘ukad kelimesi ise “düğümler” demektir.
a) Âyette kastedilen olayın, YahudiLebîd b. A‘sam’ın Hz. Peygamber’e sihir yapan kızlarıyla ilgili olduğu ifade edilmektedir. Sûrenin Mekke’de indirildiği gerçeğine karşılık bu rivayetin güvenilirliği tartışmalıdır. Mübâlağa içeren neffâse kelimesi, kehanetve büyücülük işleriyle uğraşan kadın ve erkek herkesi, yani bu işi yapan toplulukları da içermektedir. النَّفَّاثَاتِ en-neffâsât kelimesi “üfürme işlemi yaparak erkekleri yoldan çıkaran kadınlar” anlamına da gelmektedir. Ebû Müslim, Teğâbün 64/14 ve Yûsuf 12/28. âyetlerin desteğiyle bu görüşü ileri sürmekte, Râzî de bunu nakletmektedir.[6]
b) el-‘Ukad kelimesi, “düğüm, yönetim, antlaşma, akar, bol ağaçlı yer, arazi, aç hayvanlar, bağ, kesin niyet, kin ve öfke” gibi anlamlara gelmektedir.[7] Bakara 2/235’te bu kelime “(nikâh) bağı” anlamındadır. Öyle anlaşılıyor ki, söz konusu kelime ille de “büyü için üflenen düğümler” anlamıyla sınırlı değildir. Bu kelimeyi “Cebrâil, Rûhu’l-kudüs ruhuma üfledi”[8]hadisinin desteğiyle, kalbe yapılan “müdahaleler” anlamına da alabiliriz. Yani maksat, düğümlere yapılan üfürükler değil, insan beynine veya bilincine yapılan yazılı sözlü, görünen görünmeyen, hissedilen hissedilemeyen, bilinen bilinmeyen, insan veya şeytankaynaklı her türlü olumsuz ve kötü müdahaleler olarak kabul edilebilir.
c) En‘âm 6/112 ve Nâs 114/5. âyetlerinin desteğiyle, bu düğümler nefsin kördüğümleri, onlara üfleyenler de duygu ve düşünce dünyasındaki düğümleri ve sorunları çözme iddiasıyla insanları aldatan umut tacirleri ve sahtekârlardır; ya da insanın şahsiyet ve onurunu, söz ve sebatını dağıtma çabasıdır. Buna, karşıt cinslerin birbirlerinin duygularını, cinselliği kullanarak kirletmeleri de dâhildir. Sözün özü, bu, insanın duygularını karıştırma girişiminin her türünü kapsar. Duygu kirlenmesi bunun sonucudur.[9]

v. Kıskançların Şerrinden

وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ “Kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden (sabah aydınlığının Rabbine sığınırım).” Âyetteki حَاسِدٍ hâsid/hasede kelimesi “kıskançlık” demektir.
a) Hased, “başkasında olan bir nimetin ondan alınıp kendisine verilmesini şiddetle istemek” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu âyette insan benliğinde bulunan hasetten değil de, aktif alana giren veya faaliyet göstermeye başlayan hasetten Allah’a sığınılması emredilmektedir. Haset hastalığının en önemli ilacı, haset edilen şey için dua etmektir.
b) Hasetle birlikte kullanılan birbirine yakın veya zıt anlamlı kelimeler ve anlamları şöyledir: Hased, “bende yok, onda da olmasın”; buhl, “bende var, onda olmasın”; şuhh, “onunki benim olsun”; gıpta, “onda var, bende de olsun”; sehâvet, “bende var, onda da olsun”; îsâr, “benim değil, onun olsun”; cûd, “bende yok, ama onda olsun”; fakr, “onda yok, bende de olmasın”.[10] Görüldüğü gibi, bu kelimelerden ilk üç tanesi kötülük içerikli, diğerleri ise iyilik ve güzellik içeriklidir.
c) Bu bağlamda Hz. Peygamber’in şu hadisini burada hatırlatarak bitirelim: “Şu iki kişiden başkasına yönelik hased (gıpta) olmamalıdır: Biri, Allah’ın mal verdiği ve o malı hak yolda kullanan, diğeri ise, Allah’ın hikmet verdiği ve onunla amel edip insanlara öğreten adam.”[11]




[1]    Taberî, age., XXX, 349-350.
[2]    Yazır, age., X, 143-144.
[3]    İslâmoğlu, age., s. 1327’de 5. not.
[4]    Talâk 65/2, 3, 4, 5, 7; İnşirâh 94/5-6.
[5]    İsrâ 17/81.
[6]    Râzî, age., XXXII, 195-196.
[7]    Yazır, age., X, 156-157.
[8]    İsmail b. Muhammed el-‘Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-İlbâs ‘ammâ İştehera Mine’l-Ehâdîs ‘alâ Elsineti’n-Nâs, Beyrut, 1988I, s. 268.
[9]    İslâmoğlu, age., s. 1327’de 6. not; Yazır, age., X, 171.
[10]   İslâmoğlu, age., s. 1327’de 8. not.
[11]   Buhârî, Zekât, 5.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder