12 Haziran 2018 Salı

İnşirah Suresinin Tefsiri

Mehmet OKUYAN



ÂYETLERİN TEFSÎRİ :
1-4. ÂYETLER:
اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ ﴿1﴾ وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ ﴿2﴾ اَلَّذ۪يٓ اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ ﴿3﴾
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ ﴿4﴾
1. Biz senin için göğsünü açıp genişletmedik mi?
2-3. Böylece belini çatırdatan yükünü (sıkıntını) senden kaldırmıştık.
4.Senin için şânını ve ününü de yüceltmiştik.”
Yüce Allah, Duhâ sûresinde dile getirdiği nimetlerle ilişkili olarak, özellikle risâletin verilişiyle ilgili Hz. Peygamber’e sağlanan huzur örneklerinden birkaçını da bu sûrede saymaktadır.

a) Hz. Peygamber’in Rahatlatılması

Yüce Allah, Nebî (as)’a verdiği nimetleri hatırlatmaya peygamberlikle başlamaktadır.
ı. Risâlet Huzurdur
اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَۙ “Biz senin için göğsünü açıp genişletmedik mi?” Âyetteki نَشْرَحْ neşrah fiili “açmak, yarmak, genişletmek, rahatlatmak”, صَدْرَ sadr kelimesi ise “göğüs” demektir.
Bu âyette Yüce Allah, Hz. Peygamber’in gönlünü rahatlatmış olduğunu ona hatırlatmaktadır. Duhâ 93/7’de de değinildiği gibi, Mekke’nin ağır ahlaksız yapısından bunalan ve bu nedenle Hira’ya çıkan Hz. Peygamber, elbette derin bir çaresizlik içerisinde hayatını devam ettiriyordu. Şüphesiz ki Mekke’de Hz. İbrahim’den kalma tevhid çizgisini inanç bazında devam ettiren hanifler vardı ve Hz. Peygamber de bu anlamda muvahhid bir insandı. Ancak Nebî (as), kendini aşmayı başaran ve empatiyi bilen bir insan olarak, çevrede olup bitenlerden etkilenmekte, onlara kayıtsız kalmamak istemekteydi.
Mekke’de gözde ve güvenilir bir konumda olmasına rağmen, dinî içerikli hatırlatmalarda bulunacak bir altyapıya sahip olmayan Hz. Peygamber, kurulu bir din anlamında dört başı mamur bir inanç sistemine sahip değildi. Çünkü dinî bilgisi kulaktan duymaya dayalıydı; sistemli bir yapısı ve fert veya toplumsal hayatı bütünüyle kuşatan pratikleri yoktu. Hiçbir şekilde şirk içermeyen bir hissedişe ve daha çok düşünme ve gönül yönelişine sahipti. “Kitâb”ı ve “iman”ı bilmediği Şûrâ 42/52’de açıkça ifade edilen Hz. Peygamber, kendisine “Kitâb”ın verileceğinden kesinlikle haberdar değildi;[1] böyle bir beklentisi de yoktu. Durum böyle olunca, onun ne denli sıkıntılar içerisinde olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir.
İşte tam da bu durumu anlatmak üzere, önce Duhâ 93/7. âyette Nebi (as)’ın şaşkınlığının giderildiği nimeti hatırlatılmıştı. İnşirâh 1’de de gönlünün ferahlatılıp rahata kavuşturulması, kendisine verilen çok önemli bir nimet olarak vurgulanmaktadır.
ıı. Risâlet Hz. Peygamber İçin Bir Milattı
  1. a) Burada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli noktalardan biri, âyette yer alan لَكَ leke Tercümelerde genellikle görmezlikten gelinerek yer verilmeyen bu kelime, aslında bizim baştan beri söylediklerimize kaynaklık etmektedir. “Biz gönlünü ferahlatmadık mı?” tercümesi ile “Biz senin için gönlünü rahatlatmadık mı?” tercümesi arasında çok derin ve önemli bir fark vardır. Birinci tercüme normal bir uygulamayı ifade ederken, ikincisi bu rahatlatmanın öncelikle Hz. Peygamber’e yönelik olduğu vurgusunu içermektedir. Bu rahatlatmada ilk hedef Hz. Peygamber idi; çünkü toplumun ahlaksız gidişatı en çok onu üzüyor, onu tedirgin ediyordu. Bu nedenle yuvasından sıkça ayrılıp Hira’ya çekiliyor ve orada Rabbini tefekküre dalıyordu. Bir anlamda Hira, gerçeği aradığı okulu oluyor, sorularına cevap verilen ve tarihin en çok iz bırakan mekteplerinden biri halini alıyordu.                          
  2. b) İnşirâh 1. âyette Hz. Peygamber’in gönlünün rahatlatılmasını ifade eden şerh ve sadr kelimeleri, Kur’ân’da “manevi rahatlama, huzur bulma” anlamında kullanılmakta, maddî bir yarma ve ayırma işlemini ifade etmemektedir.[2] Böylece Hz. Peygamber’in çocukluk döneminde veya daha sonralarda göğsünün yarılıp kalbinin dışarı çıkartılması, zemzemle yıkanması, sonra tekrar yerine konulması şeklindeki yaklaşımların Kur’ân’dan delili bulunmadığını ifade etmek zorundayız.                                         
  3. c) Peygamber’in vahiy ile buluşturulması demek olan “gönlünün rahatlatılması” işlemi, aslında onun için bir milattır. Risalet bizzat kendisi için manevî ve asıl doğumdur. Bu olay, herkesten önce onun rahatlaması ve huzur bulmasını sağlamıştı. Nitekim miladi 610 yılı Ramazan ayındaki Kadir Gecesi, hayata bakışına anlam kazandırmış, hayatı Kur’ân ile gerçek rengine kavuşmuştu. Böylece çektiği sıkıntılardan kurtulmuş, cevabını aradığı sorular yerli yerine oturmaya başlamıştı. Yaşadığı onca dertten kurtulmanın ve risâlet görevinin engin şuuruyla buluşmanın lezzetiyle bir anlamda hayata yeniden başlamıştı. Asıl Kutlu Doğum, onu da, bütün insanlığı da huzura götürecek şekilde, vahiyle buluşturulduğu Kadir Gecesi yaşanan doğumdu. Bu nedenle sûrenin ilk âyetindeki leke kelimesi, vahyin öncelikli hedefinin Hz. Peygamber olduğu vurgusunu içermektedir.
Günümüzde de şu husus iyice bilinmelidir: İnsan sıkıntıya düştüğünde ümidini yitirmemeli, sığınacağı yeri iyi tespit etmeli, sığındığı hak makamın yardımını daima yanında bulacağını bilmelidir. Özellikle Duhâ 93/3. âyette ifade edildiği gibi, Yüce Allah’ın onu terk etmeyeceğini unutmamalı, O’nun gönderdiği son mesaj ile diyalogunu sıcak tutmalı, Kur’ân’ın arkadaşlığını ve dostluğunu her şeyin üstünde bir konuma getirmelidir. Her sıkıntısına Kur’ân’da genel anlamda çözümler bulacağını hatırında bulundurmalı ve Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son mektubu olan Kur’ân’a sıkıca sarılmalıdır.

b) Nebî (as)’dan Yükün Kaldırılması

Yüce Allah, Hz. Peygamber’e yönelik nimetini açıklamak ve sonrakilere moral vermek üzere ilâhî müdahalenin insandaki etkilerine dikkat çekmektedir.
1.وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَۙ “Yükünü (sıkıntını) senden kaldırmıştık.” Âyetteki وَضَعْنَا veda‘nâ fiili “koymak, kaldırmak”, وِزْرَ vizr kelimesi “yük, sıkıntı, günah” demektir.
Bu iki âyetteki konu, hem Duhâ 93/7, hem de İnşirâh 1. âyetle yakından ilgilidir. Burada Hz. Peygamber’in yaşadığı olumsuzluklardan duyduğu sıkıntıların, kendisine risâletin verilmesiyle kaldırıldığından söz edilmekte ve bunun çok önemli nimetlerden olduğu hatırlatılmaktadır.
  1. اَلَّذ۪يٓ اَنْقَضَ ظَهْرَكَۙ “Beli çatırdatan yük.” Âyetteki اَنْقَضَ enkada fiili “bükmek, kırmak”, ظَهْرَ zahr kelimesi ise “sırt, arka” demektir.
  2. a) Bu âyet, önceki âyette yer alan vizr denilen “yük”ü açıklamaktadır. Âyetin başındakiاَلَّذ۪يٓ ellezî ifadesi, bu cümlenin bir açıklama cümlesi olduğunun delilidir. Bu tür cümleler, önceki kelimenin sıradışı bir anlamda kullanıldığını gösterebilir. “Beli çatırdatan yük” ifadesi, herhangi bir günah değil de, mecâzî olarak, insanın içini daraltan ve ona hayatı zindan eden sıkıntılardan oluşan manevi ağırlık demektir.             
  3. b) Peygamber’e peygamberlik görevinin verilmesi, bir taraftan toplumla ilgili duyduğu sıkıntıların giderilmesini sağlamış, diğer taraftan bir başka ağır sorumluluğu kendisine yüklemişti. Müzzemmil ve Müddessir sûrelerinin ilk âyetlerindeki hitap, bu sorumluluğun büyüklüğünü ve ağırlığını ifade etmektedir. Özellikle Müzzemmil 73/5’te Kur’ân vahyi “ağır bir söz” olarak tanıtılmaktadır.
Kur’ân’ın hem bütünü, hem de her bir âyeti boş ve faydasızlıktan uzak olduğu için, içerik olarak da, sorumluluk olarak da ağır bir nitelik arz etmektedir. Bu âyetler çerçevesinde konuya baktığımızda “beli çatırdatan yük”ün kaldırılmasının, onu başıboş bir hale terk etmek anlamına gelmediği anlaşılmış olmaktadır.
  1. c) Hira’ya çıkışı nasıl ki sadece Mekke’den kaçış değil, aynı zamanda gerçeğe yürüyüş idiyse, risâletle buluşması da bir taraftan sıkıntılardan kurtulmak, diğer taraftan yeni sorumluluklar ile buluşmak demekti. Buluştuğu bu yeni görevde kendisi nasıl sıkıntılardan kurtarıldıysa, artık o da fertlerin boyunlarındaki zincirleri ve boyundurukları kırıp, onları özgürlüğe kavuşturacaktı. A‘râf 7/157. âyet Hz. Peygamber’in bu misyonunu bizlere gayet net bir şekilde göstermektedir.
Günümüzde Kur’ân okurları olarak biz de hem kendi zihni dünyamızdaki yanlışlıklardan Kur’ân’ın ışığıyla arınmalı, hem de benzer prangalardan kurtulmanın yolunun Kur’ân’a sarılmaktan geçtiğini çevremizdekilere anlatmalıyız. Hz. Peygamber’in sıkıntılarını gideren Yüce Allah, bizlerin de benzer sıkıntılardan kurtulmamız için Kur’ân’ı göndermiştir. Olaylara Kur’ân penceresinden bakmak demek, Hz. Peygamber’e uygulanan usulü takip etmek, yani sünnetüllahı izlemek demektir.

c) Şanının Yüceltilmesi

Yüce Allah, Hz. Peygamber’e risâlet görevini vermekle onu rahatlatmış ve manevî sıkıntılardan kendisini kurtarmıştı. Daha kapsamlı ve anlamlı başka bir nimete daha sahip kılındığı da şu âyette ifade edilmektedir:
وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَۜ “Senin için şânını ve ününü de yüceltmiştik.” Âyetteki رَفَعْنَا rafe‘nâ fiili “yükseltmek”, ذِكْرَ zikr kelimesi ise “ün, şan, şeref, vahiy, Kur’ân” gibi anlamlara gelmektedir.
  1. İnşirâh sûresinde Hz. Peygamber’e sunulan nimetlerden biri de onun şanının yüceltilmesidir. Bu nasıl gerçekleşmiştir? Elbette “şerefli” ve “haysiyetli” olarak tanıtılan Kur’ân’ın ona vahyedilmesiyle. Enbiyâ 21/10, Sâd 38/1, Zuhruf 43/44 gibi âyetlerde zikr kelimesi, Kur’ân’ın adı olarak kullanılmakta ve “şeref, haysiyet, itibar ve onur” diye anlamlandırılmaktadır.
Hz. Peygamber’in şanını ve ününü artıran değer, ona vahyedilen Kur’ân olmuştur. Kendisine vahiy gönderildiği her geçen gün, onun ünü yayılıp artmaya başlamıştı; ileriki dönemlerde bu artışın daha büyük oranlara çıkacağı bu âyetle müjdelenmekte, bir anlamda moralinin yüksek tutulması sağlanmış olmaktadır.
  1. Doğmadan önce geleceğinin haber verilmesi[3] ve âlemlere merhametin tecellisi olarak gönderilmesi[4] de yüceltilmişliğin birer örneğidir.                                                                                                 
  2. Hz. Peygamber’in şanının yüceltilmesi, Kur’ân’da adının bazı âyetlerde Yüce Allah ile peş peşe zikredilmesinde de görülür.[5] Elmalılı’nın vurguladığı gibi, Müslümanlar Yüce Allah’ı anınca, beraberinde Nebî (as)’ı da anmakta, Kelime-i Şehâdet’te, ezanda ve ikamette adını zikretmektedir. Bu, önemli ve ayrıcalıklı bir hususiyettir.                                                                                                                         
  3. Diğer peygamberlere verilen ilâhî bilgilerden farklı olarak, Kur’ân’da kâinat kitabına dair çeşitli pasajlara yer verilmektedir. Bilim ve teknolojiyle ilgili ufuk kazandıran ve bütün insanlara adeta ev ödevleri veren içerikleriyle bu âyetler, evrensel olarak bütün dikkatleri üzerine çekmektedir. Bu mesajlar anlaşıldıkça, Kur’ân’ın nasıl yüce bir kitap olduğu elbette fark edilecektir. Zikrinin yüceltilmesi, içerik farklılıkları nedeniyle ona yönelik vahyin de farklı gönderilmesi anlamına gelebilir.
Bugünün insanına yönelik olarak bu âyette çeşitli müjdeler de söz konusudur. Öncelikle bilinmelidir ki Hz. Peygamber’i yücelten, adını ve ününü yükselten değer Kur’ân olduğu için, Kur’ân ile buluşanlar, onu anlayan, yaşayan ve anlatanlar da benzer bir yükseliş yaşayacaklardır. Fâtır 35/10’da ifade edildiği üzere, sâlih amelin yücelttiği ve Allah’a yükselen en güzel kelimeler hiç şüphesiz O’nun kelimeleridir, yani Kur’ân’dır. İzzet ve şerefi Kur’ân’da arayanlar, bu yücelikten nasibini elbette alacaklardır.

5-6. ÂYETLER:
فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۙ ﴿5﴾ اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًاۜ ﴿6﴾
5. Elbette her bir zorlukla beraber bir tür kolaylık vardır. 6. Gerçekten, her bir zorlukla beraber bir tür kolaylık vardır.”
Yüce Allah, Nebî (as)’a yönelik hatırlattığı nimetlerden farklı olarak çok anlamlı ve evrensel başka bir nimetini daha dikkatlere sunmaktadır.

Zorluk – Kolaylık İlişkisi

Bu âyetlerde, öncelikle Hz. Peygamber’e, ardından herkese yönelik çok önemli bir mesaja yer verilmektedir. Mekke toplumunun ahlâkî düşüklüğü karşısında çektiği onca sıkıntılardan Hz. Peygamber’i kurtaran ilâhî irade, Duhâ 93/6, 7 ve 8’de hatırlatılan çeşitli zorluklardan da onu kurtarmış ve hiç beklemediği bir onurla kendisini buluşturmuştu. Nasıl ki geçmiş sıkıntılar yerini kolaylıklara bırakmış idiyse, bundan sonra gerçekleşecek sıkıntıların da elbette çeşitli kolaylıkları sağlanacaktı. İşte bu âyetler bunun müjdesini içermekte, yakın bir gelecekte veya ileriki dönemlerde Hz. Peygamber’in karşılaşacağı problemler için Yüce Allah’ın kolaylıklar yaratacağının haberi çok önceden verilmektedir. Leyl 92/5-7. âyetlerde de bu hakikat değişik ifadelerle ortaya konulmaktadır.
Yüce Allah, Talâk 65/7’de her zorluktan sonra bir kolaylık yaratacağını beyan etmekte; 2, 3, 4 ve 5. âyetlerde de O’na karşı duyarlı olanların daima çözümle ve huzurla buluşturulacağını ifade etmektedir. Kendisine karşı duyarlı olanlara Yüce Allah mutlak surette bir çıkış yolu yaratacaktır. “Allah’a güvenen kişiye Allah yeter.”
Hz. Peygamber, bu âyetleri tefsir sadedinde olmak üzere ve ümmetin moralinin yüksek tutulmasını sağlamak için şu eskimez ilkeyi bizlere bırakmıştır: “Hiçbir zorluk iki kolaylığa galip gelemeyecektir.”[6] Demek ki bu âyetlerde sözü edilen husus, her bir zorluğun karşısında en az iki kolaylığın bulunduğu gerçeğidir.
Günümüz insanı bu gerçekten hareketle şunu iyice bilmelidir: Hayırlı ve doğru işleri yaparken, Yüce Allah insanın yardımcısıdır. Karşılaşılan zorlukla beraber, en az iki çıkış yolu da yaratmıştır. Önemli olan, kul olarak üzerimize düşen görevi hakkıyla yapmaya çalışmaktır. Yüce Allah doğru iş yapanların yardımcısıdır. Muhammed 47/7. âyet gereği, hayırlı işler yaparken Yüce Allah’ın yardımının bulunduğu akıldan çıkartılmamalı ve Yüce Allah’ı hesaba katmak unutulmamalıdır. Çünkü dost, vekîl, şâhit ve yardımcı olarak Allah yeter.

7-8. ÂYETLER:
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْۙ ﴿7﴾ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ ﴿8﴾
7-8. Bir işi bitirdiğin zaman, hemen (başka) bir işe koyul ve sadece Rabbine yönel.”
Yüce Allah, Duhâ sûresinin sonunda olduğu gibi, bu sûrenin sonunda da önce Hz. Peygamber’i, sonra bütün müminleri inşa etmekte ve hayatı hangi gözle görüp yaşamaları noktasında herkesi bilinçlendirmektedir.

Dik Duruş – Allah Rızası İlişkisi

Sûrenin son iki âyetinde iki önemli ders verilmekte, “boş zaman” anlayışının Müslümanın ajandasında olamayacağı beyan edilmek istenmekte, bu arada meşguliyetlerde Allah rızasının gerekliliğine dikkat çekilmektedir.
ı. Samimiyet Yorulmayı Gerektirir
فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ “Bir işi bitirdiğin zaman, hemen (başka) bir işe koyul.” Âyetteki فَرَغْتَ ferağte fiili “bitirmek, boşalmak, yüreğini doldurmak”, انْصَبْ insab emri ise “kalkmak, dik durmak” demektir.
  1. a) Bu âyetin anlamı, sanıldığı gibi “işini bitirdiğinde namaz kılmak” değildir. Bu âyetin indirildiği dönemde namaz emri henüz gelmemişti ve sistemi belirlenmiş bir namaz ibadeti bilinen şekline kavuşturulmamıştı. Dolayısıyla İnşirâh 7. âyette kastedilen husus, Hz. Peygamber’in her yorgunluğunun bir kolaylıkla karşılanacağı ve zorlukların kucağına terk edilmeyeceği bilgisinin ona verilmesidir. Sorunları ve çeşitli sıkıntıları çözüme kavuşturulan Hz. Peygamber, yaşadığı ve kendisine hatırlatılan tecrübelerden de destek alarak, hayatının tamamını vahyin hizmetine sunmayı işte bu âyetin de içeriğinden anlamış ve hayatına uygulamıştır.
  2. b) Hıcr 15/48. âyette de geçtiği üzere, buradaki fensab kelimesine “yorgunluk” anlamı verilebilir. Bu durumda âyetin anlamı, “Bir işi bitirdiğinde yeniden yorul” şeklini alır. Âyette öncelikle Hz. Peygamber’e hitap edilmekte ve vahiy ile emredilen bir husus yerine getirilince veya bir mesaj muhataplara anlatılınca, peşinden diğerine geçmenin önemine dikkat çekilmektedir. Risâlet görevine yeni başlayan Hz. Peygamber’in görev süresi, günün tamamı olarak belirlenmekte, bir anlamda gece-gündüz demeden mümkün olan her zamanda çalışması istenmektedir.
  3. c) Nesab kelimesinin “dikili taş” anlamı da vardır. Nitekim Mâide 5/90. âyette geçen el-ensâb kelimesi ile Mâide 5/3. âyette geçen en-nüsub kelimesi “dikili taşlar” demektir. Buradan hareketle, İnşirâh 7. âyete “bir işi bitirdiğin ya da bir sıkıntıdan kurtulduğun zaman, dik ve sağlam duruşun devam etsin” şeklinde bir yorum da getirilebilir. Durum böyle olunca Müslümanın şahsiyetine dair önemli bir öğretiyle daha karşılaşıyoruz demektir: Müslüman, dik durmayı ve sağlam bir duruş sergilemeyi başaran sağlam insandır.
Günümüz Müslümanı bu âyetten şu sonucu çıkarmalıdır: Müslümanın hayatında lüzumsuz tatile yer yoktur; hatta hayatında boş zaman hiç olmamalıdır. Mü’minûn 23/3. ve Furkaan 25/72. âyetlerde vurgulandığı üzere, Müslüman boş ve anlamsız işlerden kaçınan, hayatında gereksiz işlere yer vermeyen, tatil kavramını iş ve meşguliyet değişimi olarak yeniden belirleyen ve sahip olduğu her konumda doğru iş yapıp üretken olmayı başaran insandır. İnşirâh 7’den günümüze böyle bir sonuç çıkartmak, âyetin evrenselliğinin gereğidir.
ıı. Allah’a Yöneliş Esastır
وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ “Sadece Rabbine yönel.” Âyetteki ارْغَبْ irğab emri “rağbet etmek, yönelmek” demektir.
  1. a) Bu son âyette Hz. Peygamber’e bir yöneliş makamı belirlenmektedir. Onun da bizim de yöneleceğimiz tek makam Yüce Allah’tır; O’nun rızası ve memnuniyetidir. Âyette ilâ rabbike ifadesinin ferğab emrinden öne alınması, yönelişin gerçekleştirileceği tek yerin Rabbimiz olduğunu vurgulamayı amaçlamaktadır. Bu durumda, başka hiçbir şeye rağbet edilmemesi gerektiği vurgusu da ortaya konulmaktadır. Niyetini Allah rızası diye belirleyenler, işlerinde olumlu sonuç alsalar da almasalar da, görünüşte başarılı olsalar da olmasalar da, sonuçta, gereken fedakârlığı yaptıkları için Allah katında ödüle hak kazanırlar. Bu nedenle, Müslümanın hayatında niyetini doğru belirlemek kaydıyla “kaybetmek” diye bir şey olmadığı anlaşılmaktadır.
  2. b) Rağbetin sadece Yüce Allah’a olması, yapılacak davetin ve çağrının da sadece O’na yönelik olmasını sağlamak demektir. İnsanlar kendilerine, çevrelerine, partilerine, mezheplerine, cemaatlerine, tarikatlerine vs. değil, Ahzâb 33/46 gereği “Allah’ın izniyle sadece Allah’a davet etmeli”dirler. Rağbet, bir taraftan Allah’ı gönülde hazır etmeyi gerektirirken, diğer taraftan ilgi ve fedakârlığı da aynı tarafa yönlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.
  3. c) Hem Duhâ sûresinde, hem de İnşirâh sûresinde sıkça göze çarpan bir husus vardır: Yüce Allah bu iki sûrede kendisini dört defa da rabb sıfatıyla tanıtmaktadır. Rabb sıfatı bir taraftan Yüce Allah’ın sahip çıkma, yetiştirme, eğitme ve terbiye etme yönünü ifade ederken, diğer taraftan Hz. Peygamber’in sahipsiz bırakılmadığını, daima desteklendiğini, yalnızlığa terk edilmeyeceğini ve özellikle de bir kul olduğunu unutmamasını öğütlemektedir. İnsanlık için en önemli tehlikelerden biri, kendisini yeterli görmek ve başkasına muhtaç olmadığını zannetmek veya bunu iddia etmektir. İşte bu iki sûrede ve bütünüyle Kur’ân’da Allah’a nispet edilen rabb kelimeleri, insanların böyle bir yanlışlığa düşmemesini sağlamaya yönelik çok önemli hatırlatmalar içermektedir.
[1] Kasas 28/86.
[2] En‘âm 6/125; Nahl 16/106; Tâhâ 20/25; Zümer 39/22.
[3] Feth 48/29; Saff 61/6.
[4] Enbiyâ 21/107.
[5] Nisâ’ 4/59, 80; Ahzâb 33/56; Feth 48/28-29.
[6] Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, İstanbul, 1992, Cihâd, 6.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder