30 Ekim 2017 Pazartesi

Âdiyât Sûresi’nin Tefsiri

Mehmet OKUYAN

1-5. ÂYETLER:

وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًاۙ ﴿1﴾ فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًاۙ ﴿2﴾ فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحًاۙ ﴿3﴾
 فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعًاۙ ﴿4﴾ فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعًاۙ ﴿5﴾
1-3. Öfkesinden dolayı soluk soluğa kalan düşmanlara, kalbindeki kin ateşini etrafındakilere püskürenlere, kin ve öfkeleriyle sabahlayanlara yazıklar olsun! 
4-5. Sırf bu sebeple onlar tozu dumana katıp toplumu derinden yaralarlar.”Düşmanlık İnsana Neler Yaptırır?
Sûrenin ilk beş âyetinde hakikat karşıtlarının anlaşılması zor tutumları üzerinde durulmaktadır.
Sûrenin ilk bu bölümü, genellikle Müslümanların ileride yaşayacakları kahramanlıklarla ilişkilendirilerek izah edilmişse de burada farklı değerlendirmeler yapmanın gerekliliği kaçınılmazdır. Çünkü bu sûrenin Mekke döneminde indirildiğinde ve o dönem Müslümanlarının böyle bir askerî güce sahip olmadıklarında hemen hemen fikir birliği vardır.

ı. Hakikat Düşmanları Öfke Doludur

وَالْعَادِيَاتِ ضَبْحًاۙ فَالْمُورِيَاتِ قَدْحًاۙ فَالْمُغ۪يرَاتِ صُبْحًاۙ “Öfkesinden dolayı soluk soluğa kalan düşmanlara, kalbindeki kin ateşini etrafındakilere püskürenlere, kin ve öfkeleriyle sabahlayanlara yazıklar olsun!” Âyetteki الْعَادِيَاتِ ضَبْحًاۙ  el‘âdiyâti dabh ifadesi “soluk soluğa kalarak düşmanlık yapanlar”, الْمُورِيَاتِ قَدْحًاۙ  el-mûriyâti kadh ifadesi “ateş püskürenler”, الْمُغ۪يرَاتِ صُبْحًا el-müğîrâti subh ifadesi ise “kin ve öfkeyle sabahlayanlar” demektir.
a) الْعَادِيَاتِ el-‘Âdiyât kelimesi genellikle “besili, hızlı koşan atlar” anlamında değerlendirildiği için, bunun Mekke dönemi Müslümanlarına ait olması mümkün değildir. Bu nedenle âyetleri, indirildikleri dönemi de dikkate alarak izah etmek zorundayız.
Şayet “bu âyetler Mekke’de indirilmiştir; maksat Medine’de yaşanacak başarılarla onları motive etmektir” denilirse, bu durumda da sûrenin 6. âyetinden itibaren devam eden bölümün buna izin vermediğini söylememiz gerekmektedir. İlgili âyetleri izahımızda da görüleceği gibi, orada nankör insan ve yaşayacağı akıbete dair bilgi verilmektedir. Durum böyle olunca, sûre bir bütün olarak düşünülmeli ve kelimelere daha önce verilmiş olan tek anlama sıkışmaktan uzak kalınmalıdır.
الْعَادِيَاتِ el-‘Âdiyât kelimesi el-‘adüvvel-‘adâvet kökünden geldiği için, “düşmanlar” anlamındadır. Bu âyette de öncelikle, öfkesinden dolayı soluk soluğa kalmış, risâlete ve Kur’ân’a karşı düşmanlığı adeta zirveye çıkmış Mekkeli müşrikleri nitelendirilmektedir. Söz konusu kelimenin âyette isim olarak değil de sıfat olarak gelmesi, bu tür düşmanlıkları yapan herkesi içermesi nedeniyledir.

ıı. Düşmanlık Sınır Tanımaz

فَاَثَرْنَ بِه۪ نَقْعًاۙ فَوَسَطْنَ بِه۪ جَمْعًاۙ “Sırf bu sebeple onlar tozu dumana katıp toplumu derinden yaralarlar.” Âyetteki اَثَرْنَ بِه۪ نَقْعًاۙ  eserne bihî nak‘an ifadesi “tozu dumana katmak”, وَسَطْنَ بِه۪ جَمْعًاۙ vesatne bihî cema‘an ifadesi ise “toplumun ortasına dalmak, onu canecinden vurmak” demektir.
İçlerindeki kin ve öfke ateşi, sabahlara kadar gece-gündüz süregelen kıskançlık nöbetleri, sırf bu nedenle ortalığı tozu dumana katarcasına karıştırmaları ve sonunda Müslümanların oluşturduğu küçücük toplumu canevinden vurma çabaları, işte bu âyetlerde hatırlatılmaktadır. Tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de, yarınlarda da hakka karşı düşmanlık yapanların bulunacağının haberi verilmektedir.
Âyetlerin başındaki vâv edatları, “yemin” anlamında değerlendirilebileceği gibi, bu davranış sahiplerine Yüce Allah’ın şahit olduğu, onlardan habersiz olmadığı ve yaptıklarının yanlışlığı nedeniyle kendilerine yazık ettikleri anlamlarında da değerlendirilebilir. Bizim tercihimiz, onların kınanması şeklindeki anlamdır; amaç, benzer davranış sahiplerinin her zaman kınanacağı gerçeğinin hafızalara kazınmasıdır. Düşmanlık yapanlar yaptıklarının şahitliğiyle yüzleşecekler ve derin pişmanlıklar yaşayacaklardır.
Eski dönemlerde yapılan atlı saldırganlıklardan günümüzdeki teknolojik saldırganlıklara, yazılan makale ve kitaplardan takınılan tavırlara, ifadelerdeki olumsuzluklardan bakışlardaki kin ve öfkeye kadar geniş bir alan, ‘Âdiyât sûresinin ilk grup âyetinin konusunu teşkil etmektedir.

 6-8. ÂYETLER:

اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ ﴿6﴾ وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ ﴿7﴾ وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ ﴿8﴾
6. Gerçek şu ki, bu (hak karşıtı) insan Rabbine karşı çok nankördür. 
7-8. Şüphesiz, buna kendisi de şahittir ve mal sevgisine aşırı derecede düşkündür.”

İnkârcı İnsanın Bazı Özellikleri

Yüce Allah, sûrenin bu üç âyetlik bölümünde ilk bölümün devamı olarak, nankörlerin dünyadaki bazı özellikleri hakkında bilgi vermektedir.

ı. İnkârcı İnsan Nankördür

اِنَّ الْاِنْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌۚ “Gerçek şu ki bu tür bir insan, Rabbine karşı çok nankördür.” Âyetteki كَنُودٌ kenûd kelimesi “çok nankör” demektir.
Rabbine karşı nankörlüğün sonu cehennemdir. İlk âyetlerdeki hitaba uygun olarak, buradaki kınamanın da aynı insan tipine yönelik olduğunu belirtmek gerekir.
Her insan mutlak surette Rabbine karşı nankörlük yapar mı? İnsanlar, Allah’a karşı kulluk görevlerinde bilerek-bilmeyerek veya isteyerek-istemeyerek bazı eksiklikler yapabilirler, kabahatler işleyebilirler; bu nedenle af ve mağfiret dilerler. Bu durum, istisnasız bütün insanların Rabbe karşı “nankörlük”le nitelendirilmelerini gerektirmez. Nitekim peygamberler, sâlih insanlar veya çocuklar bu konuda gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu nedenle الْاِنْسَانَ el-insân kelimesindeki el takısının “cins” için değil de, belirli bir grubu nitelendiren bir anlamda yorumlayan görüşü esas almaktayız. Konuyu öncesiyle birlikte ele alırsak, bu tercihin daha doğru olduğu görülecektir.

ıı. Nankörlüğü Bilerek Yapar

وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ “Şüphesiz buna kendisi de şahittir.” Âyetteki شَه۪يدٌ şehîd kelimesi “şahit olan, gören” demektir.
Bu âyet, “nankörlük yapan insan”ı nitelendirmektedir ve buna göre âyet, söz konusu kişinin, yaptığının farkında olduğunu beyan etmektedir. Demek ki bu kişi, yaptığını bilinçli olarak yapar. Bu cümleye bazı âlimler, “Allah, insanın bu haline şahittir” şeklinde anlam vermişlerdir. Âyetteki  zamiri her ne kadar bu anlam için de müsait olsa bile, nankör insanı nitelendiren iki âyet arasındaki zamiri, bu doğrultuda yani insana gidecek şekilde değerlendirmek daha doğru gözükmektedir.

ııı. Mala Aşırı Derecede Düşkündür

وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ “O, mal sevgisine aşırı derecede düşkündür.” Âyetteki حُبِّ الْخَيْرِ hubbi’l-hayr ifadesi “mal sevgisi” demektir.
a) Bu âyetteki “dünya malına düşkünlük”, benzer şekilde dünya malının sonsuz olduğunu zanneden ve ona karşı aşırı düşkünlük gösteren nankör insanı nitelendirmektedir. Fecr 89/20 ve Hümeze 104/2-3. âyetler bunun delilidir. Bakara 2/180 ve Me‘âric 70/21. âyetlerden delil getirerek, buradaki الْخَيْرِ el-hayr kelimesinin “mal, eşya” anlamına geldiğini belirtmeliyiz.
b) Bir başka anlam olarak da şunu söyleyebiliriz: Âyetteki الْخَيْرِ el-hayr ve شَد۪يدٌ şedîd kelimeleri, mala düşkün olan cimri ve nankörlerin hayır konusunda problemli olduklarını, canlarının sıkıldığını, hayır teklifinden hoşlanmadıklarını bu tür tekliflerin kendilerine çok ağır geldiğini ifade etmiş olabilir. Bu farklı, ancak bağlama uygun olan anlam, genelde fazla taraftar bulamamıştır. “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır” sözünün ifade ettiği husus da, benzer şekilde dünya malına aşırı tutkunun çeşitli sıkıntılara sebebiyet vereceği gerçeğidir.
Sûrenin bu üç âyetinde dile getirilen özellikler, her insanda aktif olarak bulunması zorunlu özellikler değildir. Bir insanın Rabbine karşı nankörlük yaparak Müslüman kalması mümkün olmadığı için, insanın hem nankör oluşu, hem bilinçli bir şekilde bunu yapması, hem de dünya malına aşırı düşkünlüğü, sûrenin ilk âyetlerinde işlenen “hak düşmanlarının özellikleri” olarak anlaşılmalıdır.

9-11. ÂYETLER:

اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ ﴿9﴾ وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ ﴿10﴾
 اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ ﴿11﴾
9-10. (Bu insan), kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atılacağı (günü) ve kalplerde gizlenenlerin ortaya döküleceğini hiç düşünmez mi? 11. Şüphesiz ki Rableri o gün, onlardan tamamıyla haberdardır.”
Sûrenin son üç âyetinde kabir sonrası mahşerde yaşanacak olaylara kısaca değinilmektedir. Bu arada Yüce Allah’ın erişilmez bilgisi de hatırlatılmaktadır.

a) Kabirlerin Boşaltılıp Her Şeyin Ortaya Dökülmesi

Mala aşırı düşkünlük ve Allah’a karşı bilinçli şekilde yapılan nankörlük hatırlatıldıktan sonra, konu mahşerde yaşanacakların bildirilmesine getirilmektedir.

ı. Her İnsan Diriltilecektir

اَفَلَا يَعْلَمُ اِذَا بُعْثِرَ مَا فِي الْقُبُورِۙ “(Bu insan), kabirlerde bulunanların diriltilip dışarı atılacağını hiç düşünmez mi?” Âyetteki بُعْثِرَ bu‘sirafiili “dışarı çıkartılmak, diriltilmek”, الْقُبُورِ el-kubûr kelimesi ise “kabirler” demektir.
a) Bu âyete “kabirdekiler diriltileceği zaman, (durumlarının ne olacağını) hiç düşünmez mi” şeklinde de anlam verilebilir. Bu durumda âyette kınayıcı anlamda gizli bir ما شأنهم mâ şe’nühüm “durumları ne olur?” sorusu var kabul edilir.
b) “Kabirlerden dışarı çıkartılacak varlıklar” nelerdir ki, burada men edatı değil de,  edatı getirilmiştir? Kıyâmet gününde kabirlerin içi dışına çıkacak, bir anlamda asıl muhataplar insanlar olsa da, yeryüzü nesnel veya fiziksel olarak çeşitli şekil değişiklikleri yaşayacaktır.[1] Yeryüzü ve gökler yeni bir hal alacak,[2] fiziksel anlamda çeşitli alçalmalar ve yükselmeler yaşanacak[3] ve yeryüzü ağırlıklarını çıkartacaktır.[4] Durum böyle olunca, ‘Âdiyât 9. âyetteki edatın  şeklinde gelmesinin anlamı da ortaya çıkmış olmaktadır. Kâinatta bütünüyle bir değişim yaşanacağı için, hitabın herkesi içereceği gerçeği, başka bir şekilde daha insanlığın bilgisine sunulmuştur denebilir.

ıı. Gönüllerdekiler Ortaya Dökülecektir

وَحُصِّلَ مَا فِي الصُّدُورِۙ “Kalplerde gizlenenlerin ortaya döküleceğini (hiç düşünmez mi?)” Âyetteki حُصِّلَ hussıle fiili “tahsil edilmek, ortaya dökülmek”, الصُّدُورِ es-sudûr kelimesi ise “gönüller” demektir.
Bu âyette önceki âyette de olduğu gibi “durumları nice olur?” anlamının gizli olduğu kabul edilebilir.
Âyette yer alan “kalplerde gizlenenlerin ortaya dökülmesi” ifadesi, âhirette hiçbir şeyin gizli saklı kalamayacağını ve Allah’ın bilgisinin dışında başka bir alanın imkânsız olduğunu ortaya koymaktadır. Târık 86/9. âyette de ifade edildiği üzere, mahşerde bütün sırlar ortaya dökülecektir. İnsanlar daha hayattayken gözlerinin hain bakışlarını ve gönüllerinin içindekileri bilen[5] Yüce Allah’ın bu bilgisinin, âhirette de aynen devam edeceği Zilzâl 99/10. âyette beyan edilmektedir. Bu sayede insanların bu bilgiye göre hareket etmesi onlardan istenmekte, özellikle nankörlerin bu gerçeği görmezlikten gelmelerinin onlara bir kazanç sağlamayacağı hatırlatılmaktadır.

b) Allah’ın İnsanlarla İlgili Bilgisi

Sûrenin son âyetinde Yüce Allah, her şeyden haberdar olduğunu bildirerek gözdağı vermektedir.
اِنَّ رَبَّهُمْ بِهِمْ يَوْمَئِذٍ لَخَب۪يرٌ “Şüphesiz ki Rableri o gün, onlardan tamamıyla haberdardır.” Âyetteki خَب۪يرٌ habîr sıfatı “herşeyden haberdab olan” demektir.
Yüce Allah, âhiretteki hesap sorma işleminde insanların dünyadaki işlerinden âhirette de bütünüyle haberdar olduğunu tekrar vurgulamakta, bu bilgiyle insanların, özellikle de nankörlerin Kıyâmet sonrası için inkârdan vazgeçmelerini istemektedir. Bu âyette Yüce Allah’ın diğer isim ve sıfatlarının değil de “Rabb” sıfatının kullanılmış olması ilginçtir. Nankör bile olsalar insanların Rabbi olduğunu, O’ndan başka sığınılacak bir yerlerinin bulunmadığını, zamanında O’na yönelmenin yarar sağlayacağını, bir anlamda tevbe kapısını kapatmadığını ifade etmektedir.
Kendileri inkâr edip nankörlükte ısrar dahi etseler, Yüce Allah “Rabb” sıfatı gereği onlara nimet vermekte, hayat bahşetmekte, rızık takdir etmekte, mesaj göndermekte, haberdar kılmakta, zerreden kürreye varıncaya kadar, hayatın bütün imkânlarını adeta onlar için de seferber etmiş olmaktadır. Onlardan istenen ise Yaratanı tanıyıp O’na kulluk yapmalarıdır.
[1]    İnfitâr 82/4.
[2]    İbrâhim 14/48.
[3]    Vâkı‘a 56/3.
[4]    Zilzâl 99/2.
[5]    Mü’min 40/19.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder