17 Temmuz 2017 Pazartesi

Tebbet Sûresi’nin Tefsiri

Mehmet OKUYAN

ÂYETLERİN TEFSÎRİ

1-5. ÂYETLER:

تَبَّتْ يَدَآ اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ ﴿1﴾ مَآ اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ ﴿2﴾
سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍۚ ﴿3﴾ وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ ﴿4﴾ ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ ﴿5﴾
1. Ebû Leheb’in iki eli kahrolsun, kendisi de. 
2. Malı ve kazandıklarının ona faydası olmadı/olmayacak. 
3-5. Sonunda hem o, hem de boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde ve odun taşıyıcı olarak eşi, alevli bir ateşe yaslanacaktır.”

a) Sûrenin İniş Sebebi

  1. Sûrenin iniş sebebi olarak şöyle bir olay anlatılır: Şu‘arâ’ sûresinin: “Yakın akrabanı uyar” şeklindeki 214. âyeti inince, Rasûlüllah (as) bir gün Safâ tepesine çıkıp, “Ey insanlar sabah oldu, uyanın!” diye seslenmişti. Kureyş oraya toplanıp, “Ne oldu, neyin var?” deyince, Nebî (as), “Size şu tepenin arkasından bir atlı grubun saldıracağını söylesem, bana inanır mısınız?” diye sormuş, onlar da, “Evet, biz senden şimdiye kadar doğrudan başka bir şey duymadık” cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu davetini ve uyarısını yapmıştı: “Öyleyse ben, sizi önünüzde bulunan şiddetli bir azap ile uyarıyorum.” Bu uyarının peşinden Ebû Leheb: “Yuh olsun, yazıklar olsun sana! Bizi bunun için mi buraya topladın?” deyip kalkıp gitmişti. İşte bu sûre bu olay üzerine indirilmiştir.[1]
  2. Diğer bir rivayette ise şu bilgiler yer almaktadır: Bir gün Ebû Leheb,Hz. Peygamber’e hitaben, “Sana inanırsam bana ne verilecek?” diye sormuş, Nebî (as) da: “Müslümanlara verilen ne ise o” cevabını vermişti. Bunun üzerine o, “Benim onlara göre bir üstünlüğüm yok mu?” deyince, bu defa Hz. Peygamber, “Ne ile üstün tutulacaksın ki!” demişti. Bu cevabı alan Ebû Leheb, “Böyle bir dine yazıklar olsun, beni diğer insanlarla bir tutan böyle bir din olmaz olsun!” demiş ve Yüce Allah bu sûreyi indirmiştir.[2]
    Bu iki rivayete göre de, sûrenin Mekke’de indirildiği rahatlıkla görülmektedir. Ancak, Mekke’nin ilk dönemlerinde mi, yoksa biraz daha ileriki dönemlerinde mi indiği noktasında bir tereddüt oluşmaktadır. Çünkü Şu‘arâ’ sûresi peygamberliğin 7. yılında indirildiğine ve bu rivayet de onun 214. âyetiyle ilişkilendirildiğine göre, Mesed sûresinin indiriliş zamanı hakkında tam bir zaman tayininden yoksun kalmaktayız. Belki şu söylenebilir: Şu‘arâ’ 214. âyet, sûrenin genelinden ayrı olarak, daha önceki tarihlerde inmiş olabilir. Bu durumda zaman sıkıntısı ortadan kalkmış olur. Sûrede işlenen konu, Ebû Leheb ve hanımıyla ilişkili olduğu için, sûrenin iniş zamanı Hz. Peygamber’in onlarla ilişkisinin problemli bir hal aldığı birkaç yıl sonrası olmalıdır.
    Burada asıl önemli olan husus, sûrede verilen mesajın evrensel oluşu ve bu mesajın amacının, Ebû Leheb gibilerin daima var olacağı haberinin verilmesidir. Böylece, onlara karşı dikkatli davranılması gerektiği noktasında Müslümanlar uyarılmaktadır.

b) Ebû Leheb: Kınamanın Konusu

Yüce Allah, bu sûreye kınama ile başlamakta ve olumsuz insan tipine dair bir örnek sunmaktadır.
تَبَّتْ يَدَآ اَب۪ي لَهَبٍ وَتَبَّۜ  “Ebû Leheb’in iki eli kahrolsun, kendisi de.” Âyetteki تَبَّتْ tebbet fiili “kurusun, beddua, kahrolsun”, يَدَآ yedâkelimesi “iki el, sosyal ve ekonomik güç”, اَب۪ي لَهَبٍ ebî leheb tamlaması ise “alev ve ateşin babası” demektir.
Âyette bir kahır ve kınama yer almaktadır.
  1. تَبَّ tebbe kelimesi, Mü’min 40/37 ve Hûd 11/101. âyetlerin işaretiyle, “helak ve hüsran” anlamına gelmektedir. Kelimeler, emir formatında olduğu gibi, bazen fiil formatında da dua anlamında kullanılır; bunun Kur’ân’da çeşitli örnekleri vardır. Bu bağlamda “Allah seni affetsin…”;[3] “Kahrolası, nasıl da ölçüp biçiyor, etrafa bakınıyor”;[4] “Kahrolası insan, nasıl da nankörlükediyor”[5] âyetleri zikredilebilir. Ayrıca; غفر الله “Allah mağfiret etsin”, رحمه الله “Allah ona rahmet etsin”,  صلي الله عليه  “Allah ona (Hz. Muhammed’e) yardım ve rahmet etsin” ifadelerinde olduğu gibi, bu tür dua cümleleri Arapçada mâzî (geçmiş zaman) kipiyle de söylenmektedir.[6] Bu nedenle, Mesed sûresinin ilk âyetinde yer alan tebbet ve tebbekelimeleri beddua anlamına gelmekte ve “kahrolsun” manasını vermektedir.
  2. Râzî’nin ikinci görüş olarak belirttiği üzere, Mesed sûresinin bu ilk âyetinde geçen tebbet ve tebbe kelimeleri “beddua” anlamındadır. İlki Ebû Leheb’in amelinin helak olmasını, ikincisi ise bizzat kendisinin helak olmasını amaçlamaktadır.[7]Bu durumda her iki kelime de dua formunda kabul edilmiş olmaktadır ki, bizim tercihimiz bu yöndedir. Tebbet fiilinin müennes (dişil) gelmesi, yed/yedâ kelimesi nedeniyledir. İkinci tebbenin müzekker (eril) gelmesi ise, sûrenin âyet sonları uyumu nedenine bağlanmaktadır; ancak biz bu kanaatte değiliz. Çünkü son âyetin fâsılası  değil, dâl harfidir; demek ki bütünüyle sûrede böyle bir uyum yoktur. Fiilin tebbe şeklinde müzekker gelmesi, failin Ebû Leheb’e ait hüvezamiri olması nedeniyledir. Aksi takdirde onun da tebbet şeklinde gelmesi gerekirdi.
  3. Diğer görüşe göre ise, تَبَّتْ tebbet kelimesi “talep, istek” anlamı verir. Âyet sonundaki تَبَّ tebbe fiili ise ve kad tebbeşeklinde okunarak bu işlemin gerçekleştiği kabul edilmektedir. Âyet sonundaki tebbe kelimesi, eğer “gerçekleşmiş olma” anlamına alınacaksa, o zaman“kurudu, kuruyacak” şeklinde bir ifade tercih edilmelidir; çünkü bu sûre indirildiğinde Ebû Leheb’in böyle bir durumu söz konusu değildi. Onun helaki Bedir savaşından bir hafta sonradır ki, bu tarih sûrenin indiriliş zamanıyla uyuşmamaktadır.
  4. Yüce Allah, Ebû Leheb’in temsil ettiği iki güce kahr ve lanet etmektedir: Bunlardan ilki onun ekonomik gücüdür; diğeri de toplumdaki sosyal gücü ve otoritesidir. Âyette yer alan يَدَا yedâ kelimesi, bir sonraki âyetin de işaretiyle “mal ve kazanç” anlamına alınabilir. Dolayısıyla, bu anlamla birlikte sosyal gücü ve otoriteyi de temsil etmektedir.
  5. Yedyedâeyd kelimeleri asıl olarak vücudun bir organı, yani “el” için kullanılır. Ancak bu kelimenin mecâzî bir anlamı daha vardır. Yâsîn 36/71’de bu kelime, Yüce Allah’ı nitelemekte ve “kendisi” anlamına gelmektedir. Mâide 5/64’teki yedve yedâ kelimeleri, yine mecaz olarak Yüce Allah’ın cömertliğini ifade etmektedir. Aynı şekilde Feth 48/10. âyetteki yedsözcüğü Yüce Allah’ın onayı, eydî kelimesi ise insanların biat kararı anlamındadır. Hacc 22/10. âyette olduğu gibi, yedâkelimesi “parçayı anarak bütünü kastetme” kuralı gereği bütünüyle insan fiillerini, insan iradesini ve eylemlerini ifade etmektedir.
  6. Bütün bu anlamlardan farklı olarak eyd/eydî kelimesi Zâriyât 51/47. âyetin işaretiyle “güç, takat” anlamına da gelmektedir. Bunca anlam çeşitliliğine sahip olan bu kelimenin Mesed sûresinde kullanılmış olması, âyetteki mesajın evrenselliğini de ortaya koymaktadır. Buradan hareketle, ilgili kelimeyi “ekonomik güç ve sosyal nüfuz, otorite” olarak yorumlamayı uygun bulduk.
  7. Âyetteki اَب۪ي لَهَبٍ ebî / ebû leheb tamlaması için de farklı yorumlar yapmak durumundayız.
a) Peygamber’in, asıl adı Abdüluzza olan amcası için kullanılan Ebû Leheb, yani “alevin babası” tamlaması, aslında ilgili şahsın kendi ismi değil, künyesidir. Çünkü bu kişinin Leheb adında bir oğlu yoktu; Utbe adında bir oğlu olduğu için künyesi Ebû Utbeolmalıydı. Ona “Ebû Leheb” denmesi, yanaklarının kıpkırmızı oluşu veya kızınca yanaklarının al al oluşu nedeniyledir.[8]
b) Layık olana “hayrın babası” veya “şerrin babası” dendiği gibi, Ebû Leheb’e de alay ve hakaret edilsin diye “ateşin babası” denilmiştir. Çünkü o, Kıyâmette ateş azabına çarptırılacak kişilerden birisidir.
c) Ebû Leheb’e bu künyenin verilme nedeni, çok parlak bir yüze sahip oluşu ve güzelliği de olabilir.[9] Bu durumda bu künye, yerme değil, övme amacına yöneliktir. Demek ki çevresindeki insanlar bu künyeyi ona duyulan bir hayranlığın, erişilmezliğin veya bir gıptanın ifadesi olarak layık görmüşlerdi; İslâm gelmeden önce de kişi bu künyeyle anılıyordu. İşte sûrenin ilk âyetinde onun hem sosyal gücü ve otoritesi, hem güzelliği, hem de malı ve kazancı kahır konusu edilmekte, böylece insanların ona duyduğu hayranlık, derin bir şekilde eleştirilip beddua konusuna dönüştürülmektedir.

c) Faydasız Mal ve Kazanç

İkinci âyette, dünyaya ait sahte değerlerin insan için aslında derin bir felâket olduğuna dikkat çekilmektedir.
مَآ اَغْنٰى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ “Malı ve kazandıklarının ona faydası olmadı.” Âyetteki اَغْنٰى عَنْ ağnâ ‘an ifadesi “fayda vermemek”, مَالُ mâl kelimesi “mal, servet”, مَا كَسَبَ mâ kesebe ifadesi ise “kazandıkları” demektir.
Bu âyetteki anlam farklarına değinmek gerekmektedir.
1. Baştaki  edatına göre, âyette farklı anlamlar söz konusudur:
a) Âyetteki ilk مَا  edatı, “olumsuzluk” anlamı verebilir. Kastedilen anlam ise, “Malı ve kazandıkları ona hiçbir yarar sağlamadı” şeklindedir. Tercümede tercih ettiğimiz anlama göre, Ebû Leheb’in malı ve kazancı, ona dünyaya tapma ve ateşi hak etme dışında hiçbir fayda sağlamamış, aksine onu felakete sürüklemiştir.
b) Cümleye, gelecek zamananlamı da verebiliriz: “Malı da kazancı da ona hiçbir fayda sağlayamayacaktır.” Anlatılmak istenen şey, malının da kazancının da hem dünyada, hem de âhirette Ebû Leheb’e yarar sağlamayacağını hatırlatmaktır. Bu durumda, “gelecekte meydana gelmesi kesin olan işler için, geçmiş zaman kipi kullanılması usulü” devreye girer. Her iki anlama göre de cümlenin başındaki  edatı, “olumsuzluk” anlamı verir.
c) Bu edat, olumsuzluk anlamı vermeyebilir de. Şeklen soru edatı olsa da, muhatabı susturmak veya kınamak da amaçlanmış olabilir. Buna göre anlam, “Malı ve kazandıkları ona ne fayda sağlamış ki!” veya “ne fayda sağlayacakmış ki!” şeklini alır.
2. مَالُهُ وَمَا كَسَبَۜ “Malı ve kazandıkları” ifadesinde de iki farklılık söz konusudur:
a) Bunlardan birine göre “mal”, kişinin miras yoluyla sahip olduğudur; “kazandıkları” ise kendisinin çalışarak elde ettikleridir. Bu durumda kazandıkları, yani kesb ettikleri şeylere “mal” da “yapılan eylemler” de girer.
b) Diğer anlama göre “mal”ı, kişinin sahip olduğu bütün ekonomik değerler; “kazandıkları” ise onun çocuklarıdır.[10]
Şerre harcanan dünya malının kişiye hiçbir katkısının olmayacağı, Leyl 92/11’de ifade edilmektedir. Benzer şekilde, kişinin yakınlarının da ona yarar sağlayamayacağı çeşitli âyetlerde açıkça belirtilmektedir.[11] Durum böyle olunca, insanın sahip olduğu şeyler eğer hakkın ve hakikatin yolunda değilse, bunlar ister mal, miras, makam, ister otorite, şöhret, güzellik, isterse fazla çocuk veya fazla nüfus olsun, sonuç değişmemektedir. Bütün bunlar insanın başına dert olmakta, imtihanı kaybedip hem dünyada hem de âhirette azaba çarptırılmasına yol açmaktadır.

d) Acı Son: Cehennem

Yüce Allah mala, servete, şöhrete, otoriteye ve sosyal güce güvenmenin sonucu hakkında bilgi vermektedir.

ı. Alevli Ateşe Yaslanacak

سَيَصْلٰى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍۚ “Sonunda o, alevli bir ateşte yaslanacaktır.” Âyetteki يَصْلٰى yaslâ fiili “yaslanmak, girmek”, ذَاتَ لَهَبٍۚ zâte lehebtamlaması ise “alevi olan, alevli” demektir.
a) Bu âyetteki يَصْلٰى yaslâ kelimesi, A‘lâ 87/12’de genişçe izah ettğimiz üzere “girmek, yaslanmak” anlamına gelmektedir. Tıpkı Kaari‘a 101/9’da olduğu gibi, böylesi kişilerin sığınağı ateş olacaktır. Ebû Leheb’in azmasının nedeni, malına ve ihtişamına güvenmesi idi. İşte böylesine mala düşkünlük gösterip, malının kendisini dünyada ebediyyen yaşatacağını sananlar için Hümeze sûresinde Hutame’den, yani gönüllere işleyen bir ateşten ve içinden çıkılması mümkün olmayacak direklere sahip bir azap mekânından söz edilmektedir.[12]
b) Mesed sûresindeki نَارًا nâr kelimesi, tek başına değil de, ذَاتَ لَهَبٍۚ zâte leheb sıfatı ile tanıtılmaktadır. Buna göre tamlama, “dünyada eşi, benzeri görülmemiş, son derece şiddetli bir alev ve ateş, yani sadece cisimleri yakan bir ateş değil, ruhları sarıp gönüllere nüfuz eden cehennemateşi”dir.[13]
c) Sûrenin ilk âyetinde Ebû Leheb’in sosyal gücünü, otoritesini, zenginliğini, güzelliğini ve ihtişamını ifade eden lehebkelimesi, bu âyette onun gireceği ateşin sıfatı olarak sunulmaktadır. Demek ki, dünyada övünülen şeyler, âhirette insanın başına dert olabilir. Bu durum, çok ince bir mesaj güzelliği, sanatsal bir estetik ve ustalıklı bir anlatımla bilgimize sunulmaktadır. İlâhî rızadan yoksun bir itibar görüntüsü, durum değişmediği sürece, aslında kişinin felaketinin habercisidir. Parlaklık, güzellik, sosyal güç, otorite ve saygınlık gibi isimlendirmeler, gerçek anlamda bir değerin temsilcisi değil de, kişilerin kendilerini tatmine yönelik ürettikleri birer unsur iseler, sonuç maalesef çok acı olabilir.
İşte Mesed sûresinde bizlere verilmek istenen mesajın özü bu noktada şekillenmektedir. Sahte itibarlar felâket getirirler. “İzzet ve şeref isteyenler bilsin ki, gerçek izzet ve şeref bütünüyle Allah’ın yanındadır.”[14]
Ey Rabbimiz, bizleri itibarı Senin yanında ve rızanda arayanlardan eyle.

ıı. Eşi de Beraberinde Olacak

وَامْرَاَتُهُۜ حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ “Odun taşıyıcı olarak eşi de (ateşe girecektir).” Âyetteki امْرَاَتُ imraeh kelimesi “eşi”, حَمَّالَةَ الْحَطَبِۚ hammâlete’l-hatab tamlaması ise “odun taşıyıcısı” demektir.
Bu ifadeye “laf taşıyıcılığı yapan eşi de” anlamını vermemiz de mümkündür. Çünkü onun, bu kadından başka iki tane daha eşi olduğu, bunu onlardan ayırmak için böyle bir sıfata yer verildiği anlaşılmaktadır. Böylece, suçu işleyenle işlemeyeni ayırt etmenin gereğine işaret edilmiş olmaktadır.
a) Ebû Leheb’in eşinin ismi Ümmü Cemîl olup; Harb b. Ümeyye’nin kızı, Ebû Süfyân’ın kız kardeşi ve Muaviye’nin de halasıdır. Eşinin gireceği alevli ateşe bu kadın da girecektir. Rivayetlere göre bu kadın, Hz. Peygamber’e zarar vermek için onun yoluna odun ve diken taşıyıp atarmış. Ayrıca, insanlar arasında söz getirir-götürür, laf taşırmış; Hz. Peygamber’i fakirlikle ayıplar ve kınarmış.[15]
b) “Odun taşıyıcılığı” ifadesi, Araplarda yaygın bir kullanıma sahipti ve çok konuşanlara da böyle hitap edilirdi. Yanlış yere ve hatalı olarak çok konuşan kişi elbette günah yüklenecektir. Hz. Peygamber’i üzen, ona karşı yakışıksız söz ve davranışlarda bulunan bir kadının sonu, ateş azabıdır ve kendi azabının yakıtını, taşıdığı laflar ve yüklendiği günahlarla oluşturmaktadır. Bakara 2/24 ve Tahrîm 66/6. âyetlerde belirtildiği üzere, cehennemin yakıtları arasında insanlar da vardır ve bu kadın, işlediği ve yüklendiği günahlar nedeniyle yakıtını kendisinin oluşturduğu ve hazırladığı ateşe atılacaktır.

ııı. Eşinin Boynunda İp Bulunacak

ف۪ي ج۪يدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ “Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.” Âyetteki ج۪يدِ cîd kelimesi “boyun, gerdan”, حَبْلٌ habl sözcüğü “ip, halat”, مَسَدٍ mesed kelimesi ise “maddesi ne olursa olsun bükülmüş, kuvvetli” demektir.
Burada anlatılmak istenen husus, Ebû Leheb’in hanımı Ümmü Cemîl’in, dünyada yaptığı eylemlerin âhirette boynuna çelik bir halat gibi geçirileceğinin haber verilmesidir. Âhirette insanlar cehenneme atılırken zincirlere vurulacak, en ağır mahkûm muamelesine tabi tutulup, buradaki gurur ve kibirleri yerle bir edilecek;[16] adeta aşağılık bir varlık görüntüsüyle azaba bırakılacaklardır. Burada taşınan şeyler, orada azabın araçlarına ve yardımcılarına dönüşecektir. Böyle davrananlar dünyada çevresindekilere deşifre edilecek ve böylece gittikleri yolun yanlışlığı özellikle vurgulanmış olacaktır.
Bu sûrede “Ebû Leheb” künyesi yerine Abdüluzza veya Ebû Utbe, eşi için de “hanımı” denilip Ümmü Cemîl denmemesinin çok önemli bir nedeni olmalıdır. Bu tür hitaplar, Kur’ân’da genel bir üslup olarak takip edilmektedir. Amaç, anlatılan olayların kişilerle veya zamanlarla sınırlı kalmayıp, evrensel bir nitelik arz etmesini sağlamaktır. Bu sûrede olduğu gibi, kişiler neye güvenirlerse o cinsten bir sonla karşılaşır ve yaptıklarının derin pişmanlıklarını yaşarlar.


[1]    Buhârî, Tefsîru Sûre-i 111.
[2]    Taberî, age., XXX, 336.
[3]    Tevbe 9/43.
[4]    Müddessir 74/19-20.
[5]    ‘Abese 80/17.
[6]    Dua ifadeleri konusunda bk. Burûc sûresi, 4. âyet.
[7]    Râzî, age., XXXII, 167.
[8]    Râzî, age., XXXII, 168; İslâmoğlu, age., s. 1321’de 1. not.
[9]    Esed, age., 1320’de 1. not.
[10]   Daha başka ihtimaller için de bk. Râzî, age., XXXII, 169-170.
[11]   Lokmân 31/33; Fâtır 35/18; Me‘âric 70/10-14; ‘Abese 80/34-36.
[12]   Hümeze 104/1-9.
[13]   Yazır, age., X, 51.
[14]   Fâtır 35/10.
[15]   Rivayetler için bk. Taberî, age., XXX, 338-339; Râzî, age., XXXII, 171-172.
[16]   Furkaan 25/13; Mü’min 40/71-72; Hâkka 69/32.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder